kapat
07.12.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 RAMAZAN
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Hayatını boş geçmiş sayanlar ve saymayanlar yamukluğu...

Adı çoktan unutulmuş, Yahya Kemal esintili Edip Ayel'in bir çift dizesi dolaşıyor dudaklarımda:

Bir gün gömecekler beni şehrin varoşunda;

Boş geçti ömür, kaç günümüz kaldı ki şunda...

Sonra da düşünüyorum:

- İnsan, hayatının boş mu, dolu mu geçtiğini bilebilir mi, diye...

Soyut kavramları tanımlamak gerekir.

Tanımlamak gerekir "boş geçmiş hayat" nedir, "dolu geçmiş hayat" nedir?

Bu konuda, değişik yaş grupları arasında bir anket yapılsa; birbirini tutmayan kimbilir ne garip yanıtlar çıkardı ortaya..

İnsan kendini tanımaz ki, dolu mu yaşadığını, boş mu yaşadığını değerlendirebilsin..

Belirli bir yaştan sonra, gerçekleştiremediği özlemleri çok gibiyse, boş yaşamış olduğunu düşünebilir.

Bu, tam bir aldanmadır.

Her şeyin bir bedeli vardır. Ya özlemlerine kavuşmak için, bedelini peşin peşin ödersin; tıpkı 100-200-400 metre şampiyonlarının; ayaklarına 5'er kilo ağırlık bağlayıp, her gün kilometrelerce yolu koşarak antrenman yapmaları gibi.. Ya bedelini peşin peşin ödeyemediğin için kavuşamadığın özlemlerinin, sonradan hayıflanmasını ödersin..

Gençliğinin nerdeyse 20 yılını okul sıralarıyla, fakülte seminerlerine gömmüş bir insanın, 40 yaşından sonra kavuştuğu yaşam düzeyiyle; gençliğini keyifli bir avarelikte harcamışların, 40 yaşından sonra uğradıkları sıkıntı; belirli bir yaşam denklemidir. Boş, yahut dolu geçmiş bir hayat olarak değerlendirilebilir mi bu denklem?

Türkiye bu tür konuların çok dışında... Ne bir yaşam denklemine, ne de bir yaşam geometrisine inanıyor.

Kendince özendiği bir hayatı yaşamak için; açıkgözlülüğün, kurnazlığın ve şansın yeterli bir tramplen olduğuna inanıyor sadece...

Çünkü model olarak; arazilerinin dahi henüz kadastrosu çıkmamış; Hazine'den geçinmelilerin, en başarılı kesim olduğuna inanılmış; nüfusunun yüzde 45'i köylü olan Türkiye'de yaşayanlardan birini alıyor.

Görmüyor Türkiye'nin de değişmek zorunda olduğunu...

Ve artık model olarak "varlıklı olanlar" yanında, "var olanlar"ın da, göz kamaştırmaya başlayacağını...

Türkiye'nin de, böyle bir süreç içine girdiği, 20-30 yıl sonra anlaşılacak.

Başarıyla mutluluk pek yan yana gelmez.

"Başarı", kimseye karşı yalan söyleme ihtiyacını duymayacak bir düzeye gelmektir; uluslar üstü bir değere kavuşmuş sanatçılar, bilimciler, teknik uzmanlar gibi..

"Mutluluk", gecesi gündüzüyle, evin içinde zamanı unutacak birisiyle birlikte yaşamaktır..

Gerçi her iki kavram da görecelidir ama, genellikle bireyler çıtayı kendilerine göre tutarlar; başarıyı da cüceleştirirler, mutluluğu da...

Örneğin emir verecek bir yerlere gelmeyi "başarı" sayanlar çoğunluktadır Türkiye'de... Oraya gelinceye dek, ne kadar emir aldıklarını da unuttukları için..

Emir almadan ve emir vermeden yaşamış bir Ravel'in çıtası ise çok daha yüksektedir... Tabii, yerel hipnozlardan kurtulup, oraları gözü kesebilenler için...

Türkiye'de de "değersiz önemliler" ve "önemsiz değerliler" dönemi ergeç bitecek... Gitgide evrenselleşecek buraları da..

Kendi mesleğini evrensel kalitede yapanlar, rastlanmadık boyutlarda yaşayacaklar; şarlatanlarla demagoglar da, yavaş yavaş süprülüp gidecek.. "Dolu geçmiş hayat", "boş geçmiş hayat" inanışları da kaybolacak..

Nerdeyse bundan yüz yıl önce, ne demiş Tevfik Fikret:

"Toprak vatanım, nev-i beşer milletim; insan,

İnsan olur ancak bunu izanla inandım"



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır