Onları ilk tanıdığımda 14 yaşımdaydım. Annemin yönettiği sanat galerisinde Filiz Otyam'ın muhteşem dokumalarına dokunurken, Fikret Otyam'ın neşeli hikâyelerini merakla dinliyordum. Duvara astığımız Tavus Kuşu tablosunu hiçbir zaman unutmadım. Alımlı, mağrur, göğe bakan gösterişli tüylerindeki renklerden büyülenmiş, hayaller kurmuştum... Aradan 22 sene geçti. Bir gün hastalandığını, beyin kanaması geçirdiğini okudum. Biliyordum ki, bu yaşam coşkusuyla onun da üstünden gelir Fikret Otyam. Resimlerine, yazılarına, şiirlerine dolup taşan yaşama sevinci, yaşlılık falan da dinlemez. Sabah resim yapıyor, öğlen yazısını yazıyor. Günde üç parmak rakısını içmezse Filiz Otyam kocasına, 'Hasta mısın Fikret?' diye soruyor. 37 yıldır aynı evde aşkla yaratıyor, aşkla çalışıyorlar. Ne yalan girmiş bu birlikteliğe ne de aldatma... Gazete satırlarına sığmayacak anılarını yakında kitabında da okuyacaksınız, Fikret Otyam'ın.. Öğle yemeğinde mutfağa gidip, özel nar suyundan getirdi, bir bardak da bana verdi Fikret Otyam. Nasıl böyle güzel yaptığını sormayı unuttum. Tadı damağımda keyifle dinlerken anlattıklarını, aklıma şu dizeleri düştü Mevlana'nın: Aşksız olma ki ölü olmayasın, aşkla öl ki, diri kalasın... -Sizi çok iyi gördüm. Beyin kanamasından bir şey kalmadı, değil mi? -Fikret O: Yazımı bitirmiştim. Almanya'dan Alevi bir aile gelmiş, beni de görmek istemişler. Memleketin halini sordular. Yazımı arkadaşın eşi yüksek sesle okudu, duygulandım. Akşam yattım, sabaha karşı bir uyandım ki gök birbirine karışıyor. 'Tansiyon ve şeker aletini getir Filiz,' dedim. -Filiz O: Fikret'in başucuna geldiğimde o panikle ben de bayılmışım..
-Daha önce bu kadar ciddi hastalanmış mıydınız? -Filiz O: Gazipaşa'da yaşarken oldu birtakım hastalıklar. 40 yıldır beraberiz, benim için 'Altı kere hayatımı kurtardı,' der.. -F.O: Doğru. Filiz altı kere hayatımı kurtardı. Kendi diktiğim ağaç var. Şeftali ağacı. Gazipaşa'daki evde. Her sabah kalkar, şeftali alıp yerim. Orada bir duvar var. Çıktım üstüne. Şeftaliyi alacağım, derken duvar üstüme çöktü. Kımıldayacağım. Briketler üzerimde. İmkânı yok çıkmamın. Filiz korkmasın diye kibar sesle seslendim. İşte Allah Filiz'e Hz. Hamza kuvveti vermiş. Briketleri kaldırdı üzerimden. Ayağa kalktım, şeftali elimdeymiş hâlâ. -Filiz O: Ama nasıl biliyor musun, briketler kırılmış üzerinde. Fikret çıplak yatıyor. Antalya uzaktı, onun için. -F.O: Beyin kanaması geçirdiğimde, 600 metre kadar toprak yolumuz vardı. Meğer eşya taşıyan kamyoneti ambulansa çevirmişler. Gözümü açtım, başımda iki tanıdık doktor. 'Beni bağlayın,' dedim. Sallanıyor araba. Gebe kadın çocuğunu düşürür. Hastaneye geldim. Kaybettim kendimi. Cennetin kapısındayım. Hacı Bektaş Veli ile Hz. Ali kapıda bekliyor, Hz. Ali'nin şarap testisi var. 'Hayrola ne oldu?' dediler. 'Beni istemişler geldim,' dedim. Bakıştılar, dediler 'Senin daha yapacak işin var,' orada. Gözümü açtım odadayım. Ama çift görüyorum. Serumlar, iğneler falan. Bir hafta sonra düzeldi. İnanamadılar. Meğer bir yıl sürermiş bu çift görme. Çıktık yürüyemiyorum, sonra baston-maston. Şimdi ilaç alıyorum sürekli. Filiz O: Fikret'in böbrek sorunu, diyabet, tansiyonu da var... Her gün bir avuç ilaç alıyor.
-Siz olmasanız kim bakacak Fikret Otyam'a? -Filiz O: Bilemiyorum.
-Aranızda kaç yaş fark var? -Filiz O: 20'ye yakın. Ben 1943 doğumluyum. Fikret 1926'lı. Evliliğimizi burun buruna yaşadık 37 sene.
-Kavga olmadı mı? İki sanatçı dip dibe... -F.O: Olmaz mı? Kanlı bıçaklı değil ama. -Filiz O: Bayağı sert kavgalarımız oluyordu başlangıçta.
-Kim kime daha çok tahammül etti bu birliktelikte? -Filiz O: Her zaman olduğu gibi kadın. Benim açımdan öyle. -F.O: Yaptığımız işi bölüşürdük. O kahvaltıyı hazırlardı, ben akşam yemeğini.. Eskiden sigara da içerdik. Filiz 10 yıl önce bıraktı. Rahmetli İsmet Paşa'yla ikimiz Yeni Harman sigarası içerdik. Bir gün paşa beni çağırdı, kahve söyledi. 'Yak bir sigara,' dedi. 'Olmaz,' dedim. 'Sağır mısın?' dedi, yaktım. 'Püf de bakayım,' dedi. Koca İsmet Paşa'ya püf denir mi? Utanarak dumanı üfledim. 'Oh be;' dedi. 'İki günüm kaldı.' Meğerse bir haftalığına bırakmış. Bir gün yine çağırdı beni. Kahve söyledi, Yeni Harman verdi. 'Paşam bu ne?' dedim. 'Püfün karşılığı,' dedi. Öyle bırakayım dedim sonra olmadı.
-Büyük kararları hep birlikte mi aldınız? -Filiz O: Evet. Kolay değil, köyden sanata devam etmek. Ben metropol tipi bir insanım. Ankara'da doğdum, New York'ta yaşadım. Fikret 'Anadolu'da yaşayalım,' dediğinde 'Hadi gidelim,' dedim. Fikret benim küçük züppeliklerimi törpüledi.
-Büyük kenti, İstanbul'u hiç mi özlemediniz mi? -F.O: Alanya'ya geldiğimiz zaman kendimizi Paris'e gelmiş gibi hissediyorduk. Eve gelen bütün konuklarımıza kendi yaptığımız zeytin, peynir ve reçeli hediye ederiz. Benden bir rica onlara: Geldiğinizde kavanozlarınızı getirin. Kavanoz yok. İstanbul'da sergimiz var. Bir adamcağız geldi. 'Sana bir armağan getirdim,' dedi. Boynuma sarılıp öptü. Bir çuval oralet kavanozu getirmiş. Gazipaşa'da çok güzel günler geçirdik.
-Sizin gibi bir fikir adamı, şehirde yaşasa daha faydalı olamaz mıydı? -F.O: Yok olmaz. Şehirde yaşasam aylak olurdum. Ankara'daki sergimize gelen bir muhterem, 'Ne güzel ibadet ediyorsunuz karı koca,' dedi. Sabah kahvaltıdan sonra, Filiz tezgâhına ben atölyeye. Ortalık kararıncaya kadar... Bundan güzel ibadet olabilir mi? Bunu nerede yapabilirsiniz? Hiçbir yerde yapamam. -Filiz O: Akşam ikimiz de yaptığımız işleri masanın üzerine koyar birbirimizi kıyasıya eleştiririz. Fikret çok güzel yemek yapar, güveçte türlüyü çok güzel yapar mesela. -F.O: Bir pilavı beceremiyorum. Öğrenciliğimden beri beceremezdim onu.
Yayın tarihi: 21 Şubat 2009, Cumartesi Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/21/ct/haber,E9CA66E9999A45819D77BC9707D89224.html Tüm hakları saklıdır.