kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
11 Aralık 2008, Perşembe
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Estetiği İslama boğdurmak

Kısaca söylemeye çalıştığım şu: İslam bugün İslamı bir inanç olarak benimsemiş olanlar tarafından da hayatın tamamını kuşatan bir felsefe ve ideoloji (daha doğrusu Marksist anlamda 'dünya görüşü') olmadığından ona uygun ve bugünün koşullarına cevap veren, onunla örtüşen bir estetik de üretemiyor. Karşımızda 'eklektik' (karma karışık) bir estetik duruyor. Bu karmaşa 'egzotizm'le 'arabesk' arasında bir yelpazede genişliyor. Niye öyle?

Egzotizmle arabesk arasında
Çünkü estetik daha üst gelir dilimlerinde dışarıdan ithal ediliyor. En somut göstergesi bu tavrın türban. Evet, 'modernleşme' diyerek geçiştiriyoruz ama türban kullanan üst gelir gruplarına ait kadınların ürettiği estetik bütünüyle 'oryantal' ve 'ezgoztik' bir özellik arz ediyor. Üst gelir gruplarında yaşayan Müslümanlar Batı'yı nispeten daha yakından bildiğinden o coğrafyada belli bir senteze ve doygunluğa yani tutarlılığa sahip bir estetiği alıp onu türbanla bütünleştiriyor. Karşımıza türbanı bir an için görmezseniz ileri derecede Batılı ve 'trendy' bir görüntü çıkıyor. Türban ona oryantal bir hava katıyor ve egzotik bir nitelik kazandırıyor.
Daha alt sosyoloji gruplarında böyle bir tutarlılık ve referans noktası bulunmuyor. Başörtüsünü takanlar biraz, tabir mazur görülürse, 'altı kaval üstü şişhane' yani 'eklektik' dediğim bir görüntü üretiyor. İçinde her şey var onun, Doğu, Batı, kırsallık, kentsellik.

Arabeskle kiç: içe
Bu tavır hayatın bütününe yayıldığında referans noktalarının karmaşıklığı nedeniyle arabesk dediğim tarzı doğuruyor. Kiç de arabeskle teması çok yoğun bir başka olgu ve bu gerçekliği tanımlamak açısından da çok geçerli. Çünkü, her şeyden önce karşımızda 'otantik' ve 'sahici' bir şey bulunmuyor. Devşirilmiş, yan yana getirilmiş, üst üste bindirilmiş farklı estetiklerin bir arada bulunması var.
Söylemiştim önceleri, tekrar edeyim: 'emperyal' duruşunun yarattığı örtüleri kaldırınca 19. yüzyıl Osmanlı mimarisinin de aynı hastalığa tutulduğunu görmek mümkün. Teşvikiye Camii ne demek istediğimin somut örneğidir ve o üslup a'dan z'ye kadar bezekleme (pastiş) ve süsleme (ornamantasyon) nedeniyle post moderndir, kiçtir. Şimdiki cami mimarisine bakın, o eski emperyal arınmışlık da bulunmadığından ortaya nasıl da büsbütün irkiltici ucubelerin ve garibelerin çıktığını göreceksiniz.

Tüketim kültürüne esir düşmek
Sözünü ettiğim büyük çıkmaz bugünü kucaklayan bir İslam estetiğinin ve onu hazırlayan bir felsefenin olmamasından kaynaklandığı kadar İslamın tüketim kültürüyle içe geçmesinden de türüyor.
Post modern tarzı üreten en önemli faktörlerden birisi budur. Tüketim kültürü derken de sadece alışverişi değil gelip geçiciliği, kalıcı olmayanla meşguliyeti kastediyorum. Bu koşullar altında bayram estetiği diyelim ancak bugünkü kadar yaşanabilir. Kimse bayram ve arkasındaki kültürelfelsefi dinamikler hakkında düşünmeyince ortaya ancak bugünkü görüntüler çıkabilir.
Sanılmasın ki bu sadece bizde böyledir. Hayır, daha önce kurban konusunda çok etkilendiğim bir kitap (The Victim and Its Masks) yazmış (bayram konusunu bu mikyasta tek kurcalayan yazar olan dostum Kürşat Bumin'e küçük bir bayram hediyesi olsun bu notum) Magripli, Princeton Üniversitesi antropoloji profesörlerinden Abdellah Hammoudi'nin Mekke'de Bir Mevsim: Bir Hacın Anlatımı (A Season in Mecca: Narrative of a Pilgramage) kitabı bugünkü İslam cemaatinin Hac'da dahi nasıl tefekkür ve felsefeden uzak, tamamen tüketim kültürü mantığıyla hareket ettiğini açık açık ve çok etkileyici örneklerle kişisel gözlemleri içinden anlatıyor. Mustafa Kara 'nın son kitabının (Cumhuriyet Türkiye'sinde Bir Mesele Olarak İslam) arkasındaki mantık da bence aynı sorunsala dayanıyor.
Bu kadar toplumsallaşmış ve bu derecede hâkim hale gelmiş bir ideolojinin bunca büyük bir gelenekten gelip bunca kısır bir estetik hayata kendisini mahkûm etmesi yazık değil mi?