Yerel seçimlerden sonrasına kadar siyasette bir vizyon arayışı, kemikleşmiş sorunlara yönelik cesur hamleler beklememek gerekir. Yerel seçimlerin ardından bunların gerçekleşmesi ihtimali ise bugünden bakıldığında çok güçlü gözükmüyor. Bunun en önemli sebebi ise Türk siyasetinin toplumun bugün vardığı gelişmişlik düzeyine uygun
özgürlükçü yanı ağır basacak bir projeye olan inançsızlığı. Halbuki ülkedeki kıpırtılar, toplumun hemen her kesiminden gelen özgürleşme ve eşitlik talepleri böylesi bir projenin devreye sokulmasını mutlak bir şart haline de getiriyor. Her ne kadar toplumsal oyuncular genelde sadece kendilerine yontarak hukuk ve demokrasi talep ediyor olsalar da artan şekilde
ortak payda arayışları da başladı.
Bunlara cevap verilmemesi ve otoriter özlemlerin depreşmesi uzun vadede sürdürülemeyecek bir tavır.
Osmanlı ve
Türkiye tarihlerine bakıldığında köklü değişimlerin gerçekleşmesi için yalnızca yurt içinde buna yönelik bir talep bulunmasının yeterli olmadığı görülür. Değişim ve dönüşüm dönemlerinin arkasında mutlaka bir de
dış dinamik vardır. Son dönemde
Türkiye'de reformların gerçekleştirilmesindeki en önemli amil de bu nedenle AB üyelik süreciydi. Bu sürecin şu sırada komada olduğu doğru. AB'nin yaşadığı ekonomik ve buna bağlı olarak derinleşen siyasi krizin genişlemeyi gündem dışına çıkardığı da.
AB üyelerinden bazılarının
Türkiye'ye yönelik düşmanca tavırlarının
şevk kırıcı olduğuna da şüphe yok. Ama eğer
Türkiye toplumu açısından AB sürecinin talep ettiği değişimler yararlıysa
papaza kızıp oruç bozmanın da alemi değil. Kaldı ki son üç yılın tablosu AKP hükümetinin AB'nin tavrından bağımsız olarak bu işten yan çizmek istediğini de gösteriyor. Uluslararası Kriz Grubu'nun (ICG) son raporu bu konuda hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde
Türkiye'nin çark ettiğini gösteriyor.
Tek yol AB Hükümette artık AB'ye yönelik bir kararlılık yok. Cumhurbaşkanı Gül'ün AB konusunda tüm söylediklerini geçersiz kılacak bir kararla imzaladığı, büyük yolsuzlukların önünü açacak ihale yasası önemli göstergelerden birisi. Kendi dışişleri bakanı ve başmüzakerecisinin hazırladığı Ulusal Program'ı çok talepkâr bularak kızan Başbakan'ın tavrı da öyle.
Kriz grubunun raporu Kürt sorunu, Kıbrıs'taki kilitlenme, azınlık hakları, Alevilerin talepleri, ifade özgürlüğü gibi konularda atılması gerekli adımları sayıyor. AB tarafından da
Türkiye'ye olumlu mesajlar vermesini ve PKK konusunda daha kararlı davranmasını istiyor. Son tahlilde
Türkiye'nin
kendine layık gördüğü yere varabilmek için AB üyeliği dışında pek de bir seçeneğin olmadığının altını çiziyor.
Türkiye'nin Avrupa hedefinin önemi yeni Amerikan Başkanı Obama'ya yakın Center for American Progress adlı kuruluşun TürkiyeABD ilişkilerinin geleceğiyle ilgili raporunun da ana temalarından birisi. Rapor ilişkilerin mutlaka iyileştirilmesi gerektiğini ve bu ilişkinin ABD açısından kendi ulusal güvenlik stratejisinin en önemli sütunlarından birisi olduğunu vurguluyor. İlişkilerin Ortadoğu, enerji güvenliği ve Avrupa konuları üzerinden yeniden kurgulanacağını savunuyor.
Bu raporların içeriğinden
Türkiye'nin Batı sistemi içinde, o sistemin temel ilkelerini benimsemiş bir ülke olarak bulunmasının önemi anlaşılıyor. Stratejik açıdan Batı sistemi içinde kalma kararını vermiş olan
Türkiye'nin de bu işi artık iç düzenlemelerinde demokratik bir düzen kurmadan başaramayacağını anlaması gerekecek. Eğer akıntıya karşı kürek çekmeye devam eder ve demokratikleşmeden Batılı kalmaya çalışırsa bunun yarattığı gerilim ülkeye
ağır bedeller ödetecek demektir.
Yayın tarihi: 18 Aralık 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/18//haber,7AA7ED0B2EA34429A95E5D0A678D52F4.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.