Bayrama girerken
Türkiye iki farklı kimliğini taşımayı sürdürüyor. Bir taraftan Afganistan ve Pakistan devlet başkanlarını İstanbul'da buluşturmayı becerebilen, Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerini başlatmış, yakın ve uzak çevresindeki sorunlarla ilgili görüşleri en azından ciddiye alınan bir ülke profili var.
Diplomasi alanında ortaya koyduğu yaratıcılık kayda geçirilen, hasım ya da müttefik ülkelerin görüş ve tavırlarını izledikleri, birlikte hareket etmek isteyecekleri bir bölgesel güç bu
Türkiye. Giderek stratejik tercihleri konusunda daha netleşmiş bir görüntü veren, Irak gibi çetrefil bir konuda savaş sonrası gerçeklerine uygun politikaları gündeme getiriyor ve istediklerini de elde ediyor. En çok övündüğü özelliklerinden bazıları da çevresiyle barışık olması, sorunların üzerine diyalog yolunu tercih ederek gitmesi, çevre bölgelerin kültürel çeşitliliğine saygılı ve onlarla eşit ilişkilere önem vermesi.
Diğer taraftan çok temel toplumsal ve siyasal sorunlarını halletmemiş ve bu konular üzerinden yükselen talepleri karşılamak konusunda sıkıntı çeken bir ülke var. Temel hak ve özgürlüklerin hukuk sistemi içinde güvenceye alınmasını bir türlü beceremeyen, siyasi sistemdeki oyuncuların sistematik olarak ve
ilke düzeyinde bunları sahiplenmediği bir yapıya sahip. Hemen tüm toplumsal kesimler kendileri için birincil sayılacak konularda taleplerini giderek artan bir heyecanla ve yükselen sesle dile getiriyorlar.
'Yeni çerçeve' gerek Şiddeti dışladığı ölçüde son derece sağlıklı bu gelişme. Ancak farklı kesimler kendi taleplerini başkalarıninkiyle birleştirerek ortak bir demokrasi platformunda buluşamıyorlar. Zira birbirilerine güvenmiyorlar. Siyasi partiler taktik manevraları dışında toplumdaki bu talepleri
geniş bir demokrasi vizyonu içinde harmanlamaya, devlet ile toplum arasındaki ilişkilerde dengeyi daha özgürlükçü bir noktada kurmaya pek enerji harcamıyorlar. Dışarıyla ilişkilerinde diyalog delisi olan bu ülkenin iç siyasetinde muktedirler arası bir diyalog perde arkasında gerçekleşiyor. Ancak topluma yansıyan yalnızca kutuplaşmayı körükleyen bir hoyratlık oluyor.
Bu gerilim hattı üzerinde
Türkiye kendisini yeniden tanımlamak gibi bir gündeme sahip. Henry Kissinger'e göre "dağılmakta olan uluslararası sistemden düzen damıtılması gibi bir meselesi" olan dünyada
Türkiye'nin bu hedefe ulaşılmasını kolaylaştıracak ülkelerden birisi olduğuna kuşku yok. Coğrafyası, diplomatik alandaki devlet tecrübesi, son ikiyüz yıl içinde yaptığı toplumsal, siyasi ve ekonomik tercihler bu ülkeyi gerçekten benzersiz bazı özelliklere sahip kılıyor.
Batı ittifak sistemi içinde olması
Türkiye'ye ayrı bir değer kazandırıyor. Batı dünyasının son üçyüz yıllık mutlak üstünlüğü artık sürmeyecek olsa bile bundan sonraki dünya sisteminin temel kurallarının belirlenmesinde gene de başat bir rol oynayacak. Yükselen ülkelerin kaygı ve önerilerini ciddiye alarak hareket ettiği ölçüde bu sistem kurma işinde başarılı olma şansı artacak ve kendi göreli zayıflamasının etkilerini azaltabilecek. Bu ittifakın kurumsal bir üyesi olarak
Türkiye'de bu durumda düzen kurucu ülkelerden birisi olma şansına sahip.
Türkiye'nin içini pek değiştirmeden bunu yapabileceğine inananlar elbette var. Ama
Türkiye'nin kendi düzenini hukuka saygılı, özgürlükçü bir çerçeveye oturtmadan uluslararası alandaki tarihsel misyonunu gerçekleştirmesi mümkün değil. Siyasal olarak ülkenin geldiği kavşağın anlamı budur.
Okurların bayramını kutlarım.
Yayın tarihi: 7 Aralık 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/07//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.