Hayat bu kadar tek boyutlu mu gerçekten?
"Siyaset" dışında ilgi duyabileceğimiz başka konu yok mu hayatta?
Gerçi internetle aşinalığı olanlar
"En fazla tıklanan" konuların siyaset dışındaki her şey olduğunu biliyor...
Mesela müzik var.
Bir gazinoda, bir meyhanede, bir arkadaş toplantısında eğer bir ağızdan şarkılar söyleniyorsa, kuşak farklarının da, siyasal eğilim çeşitliliklerinin de bir anda buharlaştığını görürsünüz.
18'inci yüzyılın başında yaşamış bestekar Tanburi Mustafa Çavuş'un 70 yıllık ömründe kimlerin padişah, kimlerin sadrazam olduğunu, Osmanlı'nın hangi savaşlara katılıp hangi antlaşmaları yaptığını pek bilen yoktur. Ama o topluluktakiler bir ağızdan
"Dök zülfünü meydana gel" i,
"Küçüksu'da gördüm seni" yi,
"Gelse o şuh meclise" yi tek nota atlamadan söylerler...
Itri'den, Dede Efendi'den, Hacı Arif Bey'den, Osman Nihat Akın'a, Münir Nurettin Selçuk'a, Arif Sami Toker'e, Avni Anıl'a, Alaeddin Yavaşça'ya uzanan yelpazedeki bestecilerimizin binlerce şarkısı kuşaktan kuşağa belleklerimizde durur.
Bir anket denemesi Ama hangimiz bir önceki bakanlar kurulu listesini hatırlarız ki?
Çıkın sokağa ve bir mini anket yapın.
"Amerika'nın siyah derili olmayan başkanlarından 10'unun ismini say" deyin yoldan geçenlere...
"Türk-Amerikan İttifakı hangi başkan döneminde başladı" diye sorun mesela.
Buna karşı Münir Nurettin Selçuk'un
"Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış'tan" ı sorarsanız, çoğunluk bunu mırıldanmaya da başlayacaktır.
Şarkıları mırıldanmak veya bir soliste eşlik etmek konusundaki en ilgi çekici anekdotlardan biri, Çankaya Köşkü Kütüphanecisi Nuri Ulusu'nun
"Atatürk'
ün Yanı Başında" kitabında vardı. (Doğan Yayınları)
Bu anekdotu geçenlerde Bülent Ünal Vatan'da haberleştirmişti ama gözden kaçmış olabilir.
Hatırlayalım:
- Bir tren seyahatimizde yanında Fahrettin Altay Paşa da vardı. Kahvelerini içerken beni çağırdı,
"Gramofona bir plak koy da dinleyelim" dedi. Ben de Münir Nurettin Selçuk'un bir plağını koydum. Daha ilk ses çıkar çıkmaz,
"Çabuk kapat bunu, yerine başka koy" dedi. Safiye Ayla'nın bir plağını koydum.
"Tamam güzel oldu şimdi" dedi ve
"Münir Nurettin'in ne kadar plağı varsa getir" dedi. Üç dört plağı vardı, hepsini Atatürk'e verdim. Camı açtı ve tüm plakları attı. Sonra da
"Oh be" dedi. Şaşkın bakışlarımız içinde bir şey sormadık. Ta ki Ankara'ya gelinceye kadar. Keyifli bir anında plakları niye attığını sorduk. Gülmeye başladı.
"Münir Nurettin hani bir gece Dolmabahçe'ye gelmişti, sofrada şarkı söylerken, ben de keyifliydim söylediği şarkılara iştirak ediyordum. Bir müddet sonra şarkısını kesti ve yanıma gelip kulağıma, 'Lütfen benimle beraber söylemeyin, şarkıyı bozuyorsunuz, ben rahat söyleyemiyorum' dedi. Belki kimse sezmedi ama kendime mani oldum, ters bir şey söylemedim. Tabii şarkı bizim işimiz değil ama keyiflenmişiz, söylemeye çalışıyoruz. Beyefendiyi pek rahatsız etmişiz. O gece ona çok kırıldım, gücendim. Ama yine de plaklarını atmamalıydım, yanlış yaptım" dedi. Münir Nurettin'i bir başka gece yine davet etmişti ama o gece nedense Münir Nurettin'den hiç şarkı istemedi.
İşte
"Gerçek yaşam" budur.
Kimse Atatürk'e susması için uyarıda bulunamazdı herhalde o dönemin siyasi ortamında.
Ama Münir Nurettin bunu yapabilirdi ve içinden öfkelense de bunu Atatürk hoşgörü ile (Veya tahammülle) karşılardı.
Ne dersiniz?
Bu pazar günü siyasetçileri susturup, şarkı söyleyenlerin seslerine kulak versek daha huzurlu bir hafta sonu geçirmez miydik?
Yayın tarihi: 9 Kasım 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/09//haber,6857A33D1FA044EB9E0F5E355A2E892C.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.