Her Türk "Mustafa"da kendinden bir şeyler buluyordur...
Can Dündar ve ekibinin büyük emek harcayarak gerçekleştirdikleri
"Mustafa" dokümanter dramasına,
"Turkcell'
in sponsorluğu" tartışmasının karıştırılması hem ayıp, hem de yazık oldu.
Hep
"Toplum mühendisleri"nin, gerçekleri kendi kafalarına göre çarpıtmalarına ve yok saymalarına tanık olduk.
Aynı şekilde bir de
"Atatürk mühendisleri" var toplumumuzda.
Bunlar Atatürk'ü insan üstü bir varlık olarak sundukları takdirde, onun tartışılmaz olacağını zannederler. Bu uğurda tarihi, gerçekleri, yaşananları da çarpıtmaktan çekinmezler.
Can Dündar
"Mustafa" ile bu tür mühendisliğin yanlışlığını çok etkileyici biçimde ortaya koydu.
Ama şu Turkcell sponsorluğu tartışması ile, Dündar'ın emeğini şöyle ya da böyle zedelemek isteyenler kazandı açıkçası.
Çünkü yakın tarihimiz
"Atatürk ticareti" ile geçimlerini sağlayanların öyküleri ile dolu.
Hiç unutmadığım bir anım var.
Washington Büyükelçiliği'nden gelip 1974-75 yıllarında Dışişleri Bakanlığı yapan rahmetli Melih Esenbel, bir gün beni o sırada görev yaptığım TRT'den Bakanlığa çağırmıştı.
Ağlayan adam Özel kalemden Bakan'ın odasına geçerken, yaşlı bir adamın bir koltukta ağladığını görüp şaşırmıştım.
İçeri girince Bakan Esenbel'e bu ağlayan kişinin kim olduğunu ve neden ağladığını sordum. Meğer beni de bu konuda danışmak için çağırmış.
Bu ağlayan kişi bir heykeltıraşmış... Atatürk'ün büstünün kalıbını dökmüş ve bakandan bu büstlerden elçiliklerimize satın almasını istemiş. Melih Esenbel
"Peki, beş tane satın alalım" deyince de ağlamaya başlamış. Hıçkırıklar arasında,
"On taneden az satın alırsanız Atatürk'ün kalıbının maliyeti bile kurtulmuyor" diyormuş.
Melih Esenbel uzun yıllardır yurtdışında büyükelçiliklerde bulunduğu için, Atatürk'ün kalıbının maliyeti konusunda yurtiçinde nasıl davranmak gerektiğini bana danışmak istemişti.
Sonuçta hem Dündar'ın hem de Turkcell'in açıklamaları ile bu tatsız sponsorluk tartışmasının bittiğini ümit etmekten başka yapacak bir şey yok galiba.
Veya
"Mustafa"ya Turkcell sponsor olsaydı Atatürk'ün bir dönemde
"İstikbal GSM cep telefonlarındadır " dediği de herhalde bu belgesele yerleştirilmeyecekti.
Baykal'ın değerlendirmeleri Bu belgesele dönük eleştirilerden Deniz Baykal'a ait olanını, dünkü Sabah'ta Şenol Ateş'in haberinden öğrendik.
Haberde Baykal'ın şu değerlendirmeleri vardı:
-
Can Dündar Sarı Zeybek'i yapmıştı. Şimdi "Can Dündar 2008" olarak gördüm. Yani Türkiye'nin başta Ergenekon olmak üzere yaşadığı 2008 sürecinin yansıması olan Can Dündar yaklaşımı var. -
Atatürk'ün sofrası, içki içilen, coşku bulunmayan, sanki başarısız olmuş, bıkmış, umutsuz, yalnız ve yaşlı bir adamın sofrası olarak lanse ediliyor. Atatürk günde bir büyük rakı içen, kadınlara zaafı olan birisi olarak gösterilmiş. Zaafları olabilir. Ancak, Atatürk gibi bir adamın sofrası bu resim olamaz. Atatürk'ün sofrası Cumhuriyet coşkusunun yaşandığı bir sofradır. -
Böyle bir filmde Atatürk için önde gelen algılama zaafları değil, eserleri olmalıydı. Ayrılan yollar -
Atatürk kendi döneminin tüm liderleri diktatör olduğu halde bu yönde hiçbir eğilimi olmayan bir liderdi. Hep çoğulcu demokrasi istedi. -
Filmde, cumhuriyeti kurmak için birlikte hareket ettiği arkadaşlarını sonradan yemiş, onlara ihanet etmiş gibi gösteriliyor. Bunlar gerçek değil. Arkadaşlarına saygı duymuş, sevmiş ama devrimler sırasında yolları ayrılmış. Sayın Baykal'ın bu gözlemleri ve eleştirileri tabii ki ilgi çekici.
Ayrıca Atatürk'ün partisi CHP'nin bugünkü Genel Başkanı olduğu için, Baykal'ın değerlendirmeleri önemli de.
Belki bilinç altında kendi siyasi yaşamının Atatürk'ünki ile benzerliklerini ve farklarını da
"Mustafa"yı izlerken düşündü.
Belki Baykal da eski dava arkadaşlarına saygı ve sevgi duyuyordu ama devrimler yüzünden onlarla yolunu ayırmıştı.
Kısacası, Can Dündar'ı kutlamalıyız.
"Mustafa"yı izleyen herkes, kendinden bir şeyler buluyordur bu portrede.
Yayın tarihi: 31 Ekim 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/31//haber,67D75E88043045EEBD9E4EC05796D7FB.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.