Nasrettin Hoca'ya
"Dünyanın merkezi neresi" diye sormuşlar.
Hoca
"Eşeğimin sol arka ayağının bastığı yer dünyanın merkezidir" diye cevap vermiş.
Bunu duyanlar
"Olur mu öyle şey" diye itiraz etmişler.
Hoca gülmüş...
- İnanmıyorsanız ölçün, demiş.
Kuru sıkı atmanın kolaylığını ne güzel hicvetmiş değil mi?
Şu günlerde yazılan yazıları, yapılan yorumları bir okuyun.
Sanki Obama Amerika'da değil
Türkiye'de seçime girdi.
İş o noktaya dayandı ki,
"Obamacılar" ve
"Obama karşıtları" diye kamplaşmalar bile başladı.
Hatta bazıları diğer bazılarını Obama seçim kazandı diye sevindiği için, suçlamaya bile başladı.
Acaba Obama her sabah kalktığında
"Bakalım bugün Türkiye'deki durumum ne" diye bizim gazeteleri okuyor mudur?
Kendimizi dünyanın merkezi ve dünyadaki tek önemli ülke görmek gibi bir alışkanlığımız olduğu inkar edilemez bir gerçek.
Bir dönemde bunu şöyle anlatmaya çalışmıştık.
Küçük ve güzel ülke Bir Türk siyasi lideri Çin'i ziyaretinde Çin Başbakanına dert yanıyormuş:
- Bizim Türkiye'de sorunlarımız çok fazla. Nüfusumuz çok hızlı artıyor. Kentlerimiz çok hızlı kalabalıklaşıyor. Genç nüfusun eğitim sorununu da, istihdam meselesini de çözmek giderek zorlaşıyor. Çin Başbakanı Türk siyasi liderinin yakınmalarını dinledikten sonra sormuş:
- Türkiye'
nin nüfusu ne kadar? Bizim siyasi lider
"Nüfusumuz 70 milyon" diye cevap verince, Çin Başbakanı gülmüş...
- Böyle küçük bir ülkeyi yönetmek kolay ve zevkli olmalı... Herhalde bütün Türkler birbirlerini isimleriyle tanıyordur, demiş.
Acaba Obama Amerika'nın, Çin'in, Hindistan'ın, Asya'nın, Afrika'nın sorunlarını falan bir kenara bırakıp, sadece
"Bu Türkiye ile ne yapacağım" endişesine kapılmış mıdır?
Eğer Fehmi Koru'nun NTV'de yaptığı
"Türkiye'de 2002'de yaşanan Obamacı bir yaklaşımdı ama Türkiye 2008'e geldiğinde biraz Bush'u andıran bir yönetim anlayışı içinde sorunlara yaklaşıyormuş gibi görünüyor" içerikli yorumunu dinlediyse,
"Ya biz de böyle olursak" diye endişeye düşmüştür belki.
Türkiye'yi anlayabilmek Belki de
Türkiye'yi yakından tanıyan danışmanlarından birini, mesela Richard Holbrooke'u çağırıp
"Türkler neden sanki ben bir Türk siyasetçisiymişim gibi aralarında kavgaya başladı" diye telaş içinde sormuştur.
O danışman kim ise belki şu sözlerle, Obama'yı sakinleştirmiştir:
- Siz kopan gürültüye bakmayın. Türkler sadece sizin konumunuz üzerinde değil, kendilerini doğrudan ilgilendiren konularda bile berraklıktan hoşlanmaz. Baksanıza bir Amerikan meselesi olan sizin seçiminizi Türkiye'nin meselesi gibi tartışıyorlar. Ama artık bir Türk meselesi haline de gelen Amerika kaynaklı ekonomik kriz konusunda, henüz tartışma aşamasına bile gelemediler. Hükümet üyeleri bile birbiriyle çelişkili açıklamalar yapmakta. Hepimiz zorlanıyoruz O danışman bunları söyledikten sonra belki TMSF Başkanı Ahmet Ertürk'ün
"Küresel Mali Kriz ve Türkiye" konulu panelde yaptığı konuşmanın şu bölümünün çevirisini vermiştir Obama'ya:
- Krizin ortaya çıkmasından sonra yapılan uluslararası bir toplantıda Arjantinli bir bakan kürsüye çıkıp, "Oh nihayet, ilk defa bu krizin sorumlusu biz değiliz" dedi. Bu güzel bir teselli. Biz de bunu kendimiz için söyleyebiliriz. Ama bu sonucu değiştirmiyor. Bugün Arjantin, bu krizden en vahim etkilenen ülkelerden biri. Bütün ülkeler olarak bu krizi kucağımızda bulduk. Bizim açımızdan ilk defa, yaratmadığımız bir krizle uğraşma becerisi göstermek zorunda kalıyoruz. Burada biraz zorlandığımızı itiraf edeyim. Hepimiz, toplum, finansal üniteler ve yönetim olarak biraz zorlandığımızı itiraf edeyim. Obama bunları okuduktan sonra belki şöyle demiştir danışmanına:
- Türklerin düşünce tarzını anladım galiba. Onların kafalarını kendi yaratmadıkları problemler karıştırıyor. Bu arada hem kendi sorunlarına çözüm üretmiyorlar, hem de dünyanın sorunlarının çözüm yerinin Türkiye olduğunu sanıyorlar...
Yayın tarihi: 8 Kasım 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/08//haber,EA694815CA6D43EE906D0E080D7AE92D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.