Geçen hafta üç parça halinde yazdığım
'Anadolu-İstanbul Meydan Savaşları' başlıklı yazılarıma çeşitli çevrelerden çok sayıda tepki geldi. Aralarından üç tanesini ayırıyorum. Bunlar (nerede yayınlandığını bilmediğim, bana Soli Özel'in ilettiği)
Mustafa Sönmez'in, Umur Talu'nun ve Deniz Kavukçuoğlu'nun yazılarıdır. Üç yazının da ortak ve ayrışan noktaları var. Kendilerine ilgileri ve katkıları nedeniyle teşekkür ederim. Bana görüşlerimi açma fırsatı sağladılar. Bu yazıda meselenin bir yanını ele alacağım. Yarın devam edeceğim. Önce kısa bir özet.
Ne nedir? Çok genel hatlarıyla söylersem
yazılarımda Anadolu sermayesi ile İstanbul sermayesi arasında önemli bir çelişki olduğunu öne sürüyorum. 1990'lardan başlayarak Anadolu sermayesi küreselleşmenin de etkisiyle kendisini
nispeten devletten
bağımsızlaştırmıştır. Bu sermaye İstanbul sermayesine nazaran daha
muhafazakârdır. Kendi ideolojik yaklaşımı içinde
AKP ile bütünleşmiştir.
AKP kritik bir partidir.
Çünkü aynı soydan gelen daha önceki partilerden farklı olarak Anadolu sermayesini devletle buluşturması, uzlaştırması için kurulmuştur . Son altı yılda bu yapılıyor.
AKP kontrol ettiği rantları Anadolu sermayesine aktarmakta veya kullandırmaktadır.Doğan-Erdoğan tartışması bu bakımdan dikkat çekicidir. Çünkü beklenen bir tartışmanın patlamasıdır. Erdoğan bu tartışmadaki yaklaşımıyla İstanbul burjuvazisine gözdağı vermiştir. Yerini bir kere daha tespit etmiştir. Nedeni de yerel seçimlerin yaklaşmasıdır.
Değişimin dinamikleri Okuduğum yazılarda benim bu tahlilime yazarların genellikle katıldığını gördüm. Buna mukabil bazı ekler, katkılar yapıldı. Örneğin
Umur Talu da
Mustafa Sönmez de burjuvaziler arasında bir ittifakın her zaman olduğunu, olacağını, sorunun
emekçi kesimler ve yoksullarla burjuvalar arasındaki çatışma şeklinde belirdiğini öne sürüyor. Bu konuyu yarın ele alacağım. Önce dostum
Deniz Kavukçuoğlu'nun değerlendirmelerini ele alayım.
Deniz Kavukçuoğlu çok yararlı rakamlar vererek Anadolu'da sermayenin artmasına mukabil nasıl muhafazakârlaştığını saptıyor (
Cumhuriyet-21.9.08). Ben AKP tarafından başlatılan hamlenin bir
'devrim' olarak nitelendirilebileceğini yazmıştım. Kavukçuoğlu devrim kavramıyla muhafazakârlaşmanın çelişkisine dikkat ediyor. Hemen yanıtlayayım.
Deniz'in yorumunu zaten
16.9.2008 günlü yazımda ele almıştım.
Devrim dediğim Anadolu sermayesinin göreli bağımsızlaşması olduğu kadar Anadolu'nun köylülükten kurtularak gene nispeten kontrol edilemeyen bir güç haline gelmesidir. Kaldı ki, bana göre Türk siyasetini belirleyen artık köylülük-taşra/kasaba değildir. Büyük kentler ve varoşlarıdır. Ben buna
merkezdeki çevre diyorum ve ayrıntılarını yakında yayımlanan kitabım
Türk Siyasetinin yapısal Analizi-1'de anlatıyorum. Deniz'in yorumundan çıkan bunun
'karşı devrim' olduğudur. Buna da itiraz etmeyeceğimi, bunun öznel bir değerlendirme olduğunu andığım yazıda ortaya koymuştum.
Önemli olan saptanan gerçek, yani Anadolu sermayesinin hem güçlenmesi hem de muhafazakârlaşmasıdır .
Bu 1950'den beri devam eden siyasal yapının en önemli eşiklerinden birisidir. Nitekim son olarak yayınlanan bir analizde
Anadolu'daki 100 büyük firmanın İstanbul'daki 100 büyük firmaya nazaran şu kriz döneminde son çeyrekte kârını artırdığı ve büyüdüğü açıkça görülmektedir. Böylece ortaya İstanbul sermayesinden farklı, kendi çıkarını kollayan bir kesim çıkmaktadır.
Bu kesim İstanbul'la uzlaşmaz mı? Kesin olarak uzlaşır. Ama o dahi başlı başına bir kuvvet olmasına tekabül eder. Ayrıca da
Türkiye'deki yapısalsiyasal dönüşümün yörüngesini ortaya koyar.
İki burjuvazi arasındaki zıtlıkları ve nitelik farklarını bu şekilde saptadıktan, bunların AKP karşısındaki tavrını ortaya koyduktan sonra emekçiyoksul kesimlerin varlığı ve AKP ile ilişkilerine sıra geliyor. Onu da yarınki yazıda ele alayım.
Yayın tarihi: 24 Eylül 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/24//haber,4BEEB6B955574618A62CE36E34C6364F.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.