"Hadi Çaman öldü" haberini duyunca, içimi hüzünle huzur ayni anda kapladı.. Gariptir.. Annemin öldüğü haberini aldığım zaman da öyle olmuştum.. Annenin ölümü ne demek?..
Ama hele de son günlerinde nasıl acılar çektiğini çok iyi biliyordum.. Koluna bağlı serumla kanına devamlı akan morfin bile dindirmiyordu sancılarını..
" Tanrım, acı çekmeden bir nefes alayım, o son nefesim olsun, razıyım" diye yakardığını hatırlıyorum..
Ben annemi kaybetmiştim, ama onun büyük ıstırabı bitmişti.. "Artık acı çekmiyor" dedim içimden ve derin bir nefes aldım!..
Hadi'yi biraz tanıyanlar, onun nasıl her gün öldüğünü bilirler.. Her şeyi göreceksin, duyacaksın, bileceksin, düşüneceksin, ama hiçbir şey yapmadan, tek kelime bile söyleyemeden öylesine sırt üstü yatıp, ne zaman geleceği belli olmayan ölümü bekleyeceksin..
Hastalık umutsuz.. Hayır!.. Umutsuz hastalık yoktur. Yaşadığın sürece bitmez.. Tıp denen şey nasıl hızla gelişiyor. Dünyanın dört bir yanında binlerce uzman, binlerce araştırma.. Her gün yeni şeyler bulunuyor. İnsanoğlu belki de bu yüz yıl içinde ölümsüzlüğe ulaşacak.. O ayrı.. Hadi ayrı!..
Hadi bir savaşçıydı. Savaşçıyı, hele de böyle beyni tüm gücü ile çalışırken yatağa bağlayıp hareketsiz, eylemsiz ve söylemsiz bıraktınız mı o her gün bin defa ölür, ölümü isteyerek, özleyerek..
Doktorları da öyle diyorlardı zaten.. Yaşamayı istemiyordu.. Savaşamıyorsa, yaşamanın anlamı yoktu ki..
"Hıncal tiyatromu alıyorlar" dediğini, demek istediğini güç bela anladım, hıçkırıkları arasında.. Alsalar o gün ölmüştü..
"Tiyatrolar bitti" denilen günlerdi. Herkes tiyatrosunu birer ikişer kapayıp piyasadan çekiliyor, kapağı televizyona atıyordu.. Bol para vardı orda..
İşte o devirde Hadi, Nişantaşı'nda bir lisenin salonunu ayarlamış "Bakın boş duruyor.
Ben elden geçirip pırıl pırıl bir salon yapayım, hem öğrenciler kullansın, hem ben" demişti. Zamanın çağdaş kafalı okul ve Milli Eğitim Müdürleri'nin aklı yatmıştı teklife ve Hadi Çaman'ın Yedi Tepe Oyuncuları Tiyatrosu kurulmuştu. Kurulurken de ilk haberi bana vermişti.. Yıllar yıllar öncesinde Kelebekler Özgürdür'ü seyretmeye gitmiştim, Kadıköy Halkevi Tiyatrosu'na.. Baş oyuncu Füsun Önal'la hafiften flört ediyorduk. Daha doğrusu ben ediyordum, kendi kendime gelin güvey olarak.. Şuşu'yu (Öyle derdim) görmek için gitmiştim.. Ama bir oyun çıkmıştı karşıma, ölmüştüm.. Bir oyuncu çıkmıştı, bayılmıştım. Hadi'ydi oyuncu.. Tekrar tekrar gittim sonra.. Ballandıra ballandıra da yazdım. Kaç sezon oynadı Kelebekler.. Hadi'yle de yakın dost olmıştuk o zaman..
Hadi tiyatrocuydu.. Bol güzel kızlı vodvillerle salon doldurma peşinde olanlardan değildi. Buram buram tiyatronun savaşçısıydı o.. "Gelmelisin" dedi bir gün, gazeteye gelip.. Küheylan'ı sahneliyordu.. Dünyanın en zor oyunlarındandır.. "Bir genç koydum baş role görmelisin.."
Gittim.. İlk defa sahne ışıklarına çıkan genci izledim, yıllar önce ayni oyun ayni rolde bir başka genci hayatının ilk baş rolünde seyrettiğimi hatırlayarak.. O
Mehmet Ali Erbil'di. Bir daha da "Tiyatro" oynamadı.
Hadi'nin bana seyrettirdiği genç
Tolga Çevik'ti.. Bugün M. Ali'nin yolunda olduğunu gördüğüm..
Kolları sıvadım, Mustafa Sarıgül'ü devreye kattık. Tiyatroyu kurtardık, daha ileri gittik. Yeniledik. Pırıl pırıl oldu.. Hadi müthiş bir keyif ve coşkuyla hayata yeniden döndü, ama bu defa o meşum hastalık bitirdi onu hızla.. Bu kadar hızlı seyretmez, bu kadar hızlı ölüm gelmezdi, Hadi, ölümü istemese..
Tiyatronun yenilmez savaşçısı için bir hasta yatağında hareketsiz yatmak ölümdü zaten.
Hadi'yi kaybetmek acı..
Ama acılarının dindiğini bilmek huzur veriyor bana!..
Yayın tarihi: 24 Eylül 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/24//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.