kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
21 Eylül 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat
Pamuk, kitabı için, 2002 yılında Kuzey Carolina’da Ava Gardner Müzesi’ni gezerken...

Aşk ve kadınlar konusunda Ortaçağ'dan çıkamadık!

30.08.2008
-Füsun ile Kemal'in aşkının ancak baskılarla, yasaklarla 'gibi yapmalarla' mümkün olacağını yazmışsınız...
- Aşk insan ruhunun dünyanın her yerinde ortaya çıkardığı bir şey. Ama onu yaşayış şeklimiz ülkeden ülkeye, kültürden kültüre değişiyor. Kadınla erkeğin, kendi kendilerine buluşup görüşemediği, duygularını özgürce ifade edemediği toplumlarda aşk; bakışlar, sessizlikler, inatlaşmalarla ifade ediliyor. Kadınların sıkı baskı altında tutulduğu bir toplumda âşıklar, kendilerini ifade etmek için yüzyıllar boyunca incelip, bir zarafet kazanan bütün bu ifade yollarına başvururlar.

- Bir yanda eski tarz görücü usulü evlenme ya da istediği gibi eş bulamayınca görücü usulünü denemek, diğer yandan da modernlik, özgürlük özentisi var kahramanlarınızda...
- Derdim, bunların çeliştiğini anlatmak değil. Aşkta ve hayatta mutluluk arayan insanın bu yolların hepsini denemesinden doğal bir şey olamaz. Aslında görücü usulü evlenen, mutlu ya da mutsuz evlilikler yapıp çoluk çocuğa karışan pek çok amca ve teyzeden modernleşme, Batılılaşma havası içinde 'aslında biz bakışarak anlaştık' sözünü işitmişimdir. Bakışıp anlaşmak, hiç görüşmeden evlenmekten iyidir ve onlar da kendilerini daha modern göstermek istiyorlar. Ama o teyzelerin, amcaların dünyasında, değil evlilik öncesi cinsellik (bu bir tabuydu), birlikte bir sinemaya, lokantaya gitmek de imkânsızdı.

- Bu konuda gösterdiğimiz ya da göstermek istediğimiz kadar modern ve Batılı olamadık hiçbir zaman değil mi?
- Babaannem evlenmeden önce dedemle bir öğle yemeğine çıktığı için övünürdü. Bu, onun için bir açık görüşlülüğün, modernliğin, geleneği biraz olsun kırabilmiş olmasının ölçütüydü. Ama dedem ona "Bir şey içer misiniz?" (limonata anlamında) diye sorunca, telaşa kapılıp, kendisine alkollü içki sunulduğunu sanıp sert bir cevap vermişti! Bu hikâyeyi yıllarca bize anlatır, biz de geride kalmış, tarihi konularmış gibi gülerdik. Ama işlerin çok fazla değişmediğini de bilirdik. Derdim 'aşk ne yüce şeydir' gibi süslü laflar etmek değil. Bu koşullar içinde bizlerin gelenekle modernliği nasıl birleştirmeye çalıştığımızı anlatmak... Bizde şarkılarda, filmlerde, magazin basınında aşktan çok söz edilir de, âşıklar aslında hayatta şöyle bir rahat rahat yan yana gelemez. En azından hikâyemin başladığı 1970'lerde durum böyleydi...

- Bu manzarayı anlatırken çok eleştirir bir haliniz yoktu kitapta ama?
- Romanımda bütün bu konuların içinden kimseyi suçlamadan çıkmaya çalışıyorum. Elbette kadınlara uygulanan yoğun baskının altını çiziyorum ama daha çok yoğun baskı altında âşıkların, sevgililerin, birbirlerini ifade etmek, sınamak, denemek için buldukları yollara dikkat ediyorum. Aşk geleneğimizde inat, sabır, küskünlük, konuşup görüşmenin yerini tutar. Ama inat, sabır, sessizlik, çilekeşlik Ortaçağ'ın değerleridir. Aşk ve kadınlar konusunda uzun sürmüş bir Ortaçağ'dan hâlâ çıkamadık. Bunu söylerken insan kalbinin, zekâsının özellikle aşkta bütün engelleri aşacak, zorlukların etrafından dönecek ince, hoş yollar, yöntemler bulduğunun da tabii farkındayım ve bunlardan kitapta uzun uzun söz açtım.