Edebiyat araştırmacısı, gazeteci ve Türk Edebiyatı dergisi yayın yönetmeni Beşir Ayvazoğlu, üç haftadır sürdürdüğümüz İslam ve Estetik tartışmasının son konuğu. Ayvazoğlu'nun 1982 yılında yayımlanan Aşk Estetiği ve 1993'te yayımlanan İslam Estetiği ve İnsan gibi kitapları, artık sadece sahaflarda bulunabiliyor olsa da, merak ve ilgiyle aranıyor, okunuyor. Türk Edebiyatı Vakfı'nın Sultanahmet'teki ofisinde Ayvazoğlu ile bir araya gelerek, konunun gündelik hayata yansımasını tartışmayı denedik.
- Türkiye'de bugünkü toplum İslam ve estetik meselesi konusunda kendini gündeme nasıl mal etti? - Ben, bu iki kelimenin günlük hayatta pek fazla bir araya geldiğini sanmıyorum. Ancak, 'güzellik' duygusu her insanda vardır. Herkes, bir şeyleri mutlaka 'güzel' bulur ve piyasa onların taleplerine cevap verir. Sizin yanına bile yaklaşmayacağınız bir 'kitsch', bir başkasının duvarını süslüyor, estetik ihtiyacını karşılıyor olabilir. Yüksek estetik zevk ve kavrayış, sağlam bir eğitimle mümkündür. İyi eğitim, sahip çıktığınız, bağlı olduğunuz kültürün estetik kriterlerini doğru kavramanız için de gereklidir. Her kültürün kendine göre bir estetik ve güzellik anlayışı vardır. İslam da temel görüşleri ve talepleri doğrultusunda, farklı kültürlerden de beslenerek zaman içinde kendine has, zengin, renkli bir estetik dünyası yaratmıştır. İslam sanatı dediğiniz zaman gözünüzde canlanan devasa birikimin arkasındaki ilkelerin bütünüdür bu estetik; ne bileyim Hâfız'ı, Sâdi'yi, Mevlânâ'yı, Şeyh Hamdullah'ı, Sinan'ı, Fuzuli'yi, Baki'yi, Kazasker Mustafa İzzet'i, Itri'yi, Dede Efendi'yi, Şeyh Galib'i yaratan estetik... İslam ve estetik ilişkisini anlamak istiyorsanız, öncelikle bu sanatçıların eserlerine bakacak, onları yönlendiren ilkeleri keşfetmeye çalışacaksınız. Benim bir zamanlar yapmaya çalıştığım bu idi. Vardığım sonucu kısaca şöyle özetleyebilirim: İslam'ın estetik anlayışı, Tevhid inancıyla doğrudan bağlantılıdır. Tevhid anlayışını yerleştirmek ve putperestliği yeryüzünden silmek için tasvir yasağı -ki bu yasak bütün semavi dinlerde vardır- Hazreti Peygamber tarafından ısrarla vurgulanmıştır. Bu ısrarlı vurgu, sanatçıları mimesis'den, yani tabiatı taklit esasına dayanan sanat anlayışından uzaklaştırmış, soyutlamaya yöneltmiştir. Bilirsiniz, kutsalları sembolize eden resimler, heykelcikler vb. zamanla temsil ettikleri kutsalın yerini alarak birer 'ikon'a, yani 'put'a dönüşür.
- Yani, taşıyıcı, medyum, mesajın yerini alıyor, öyle mi? - Evet, işte bunu önlemek amacıyla tasvir yasağı biraz fazla vurgulanmıştır. Resim ve heykel aleyhinde birçok hadis vardır; fakat Kur'an-ı Kerim'de böyle bir yasak yok. Bu sebeple bazı yorumcular, putperestlik tehlikesi ortadan kalktıktan sonra bu yasağın da hükümsüz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Sonuç olarak, tasvir, yani resim ve heykel yasağı temel bir ilkeye dönüştürülmüş ve bunun üzerine soyutlama esasına dayalı başlı başına bir estetik inşa edilmiştir. Mesela soyut şekillerden oluşan yazı, kitaplardan taşarak abidevi karakter kazanırken, resim kitap sayfalarına sıkışarak yazıya yardımcı bir unsur haline gelmiştir. Ayrıca üçüncü boyut, yani perspektif kullanılmadığı için resimlerde kullanılan figürler de cansız birer nakışa dönüştürülür. Tasavvuf, özellikle Vahdet-i Vücud öğretisi, İslam sanatındaki soyutlama eğilimini daha da derinleştirmiştir. Allah'tan başka varlık olmadığı görüşünü savunanlar, bildiğiniz gibi, dış dünyayı su üzerindeki dalgalar gibi, yani nakş-ber-ab olarak görürlerdi; yani var gibi görünür, fakat aslında yoktur. Sanatta bu anlayış dış dünyayı aşarak görünen arkasındaki görünmeyene ulaşma, dolayısıyla stilizasyon ve soyutlama çabası olarak tezahür etmiştir.
Yayın tarihi: 21 Eylül 2008, Pazar Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/21/pz/haber,03E797213038479FA4810A20B53C43C3.html Tüm hakları saklıdır.