Unutulup gitmiş isimler var, artık hiçbir çocuğa verilmeyen, Yümnü gibi... Yümnü deyince gözümün önüne hep yaşlı bir İttihatçı gelir, bembeyaz kalın kaşlı, ama dinç, ille de İttihatçı...
Bizim de böyle bir akrabamız vardı, ondan mı? Şimdi kemikleri bile kalmamıştır, çocuk beynimde bugünkü aklım olsaydı ona neler sorardım neler...
Mahmut Şevket Paşa vurulduğunda dedem birkaç metre uzaktaymış, BeyazıtBahçekapı'da... O zamanlar genç bir çocuk... Silah seslerini duyunca tabanları yağlayıp kaçmış, katillerden birinin yüzünü hatırladığını söylerdi, daha sonra asıldıklarında gidip seyretmiş, ben de boş boş bakardım... Mütarekede tanıştığı Fransız askerlerini anlatır, onlardan duyduğu Fransızca'dan örnekler verirdi, boş boş bakardım... Bugünkü aklım olsaydı...
Yeri cennet olası Haldun Taner'in öykülerinde geçer bir Yümnü Bey... Anılarını yazıp yayınlatmaya çalışan yaşlı bir İttihatçı... Bir gün vapura binip Sirkeci'ye inmek zorunda kalan ve İstanbul'un ne kadar bozulduğuna, ne kadar kalabalıklaştığına, artık ne kadar gürültülü olduğuna, herkesin birbirine saygısızca, sevgisizce davrandığına şaşıp kalan, bunalıp bir an önce evine dönmek isteyen Yümnü Bey...
Yıl da 1948 ha!
Günümüzde de böyle Yümnü Beyler var. İsimleri daha modern koksa da...
Türkiye'nin böyle
"alabora" olmasına çok bozuluyorlar, solcu geçindikleri halde
"başların ayak, ayakların baş olmasından" yakınıyorlar.
Çünkü bu memur zihniyetidir, memur çocuğu beynidir.
Böyle oldukları için de,
"bizi köylülerden kurtaracak" tek umutmuş, Deniz Baykal'dan
"arındırılmış" bir CHP... Öyle görüyorlar.
Türkiye'de yaşanan
"müthiş yatay ve dikey hareketlilik" onları rahatsız ediyor. Toplumun üzerindeki ölü toprağını silkelemiş olması huzurlarını kaçırıyor.
Çünkü gönüllerinde
"otuzlu yılların arslanı" yatıyor, evlinin evinde, köylünün köyünde kaldığı donuk toplum! Memur babalarının
"kral" olduğu memur diktası günleri...
Memur çocuğu oldukları için bunlar
"tüketim" de sevmezler, tüketim onların bilinçaltında
"ziyankârlıkla" eşanlamlıdır.
Akılları sıra, sermaye birikimi olmadan, işçi olmadan sosyaldemokrasi yapacaklar.
Bunlar solcu ama
"laik burjuvaziye" pek bir itirazları yok, çünkü berikilerin sayesinde onlar da para kazanıyorlar, fakat
"dindar burjuvaziden" nefret ediyorlar.
Lumpene dönüşmüş köylüden de ölesiye nefret ediyorlar ama ağababaları, yani otuzlu ve kırklı yılların bürokrat yöneticileri, köylüyü işçiye dönüştürmek için küçük parmaklarını bile kıpırdatmamışlardı, bunu düşünmüyorlar. Toplumun
"transformasyonu" ertelendi ertelendi onların yaşlılık günlerinde patladı, bu onları yoruyor.
Çaresiz kalınca da yapabildikleri hem yakınmak, hem de eskiyi yüceltmek.
Daha doğrusu,
"olmayan bir eski" yaratmak ve onu övmek.
Eskiden memlekette dinginlik varmış, huzur varmış, hayat çok ucuzmuş, herkes birbirini sayar severmiş, şimdi ahlak bozulmuş...
Yalan söylüyorlar! Eskiden burası çok geri, çok ilkel bir ülkeydi. Kimsenin küçüklerini sevdiği, büyüklerini saydığı falan yoktu. Yoksul, gene sürünüyordu.
Tramvayda, otobüste yaşlılara yer vermemek için uyur numarası yapılırdı, oradan bilirim.
Ha, kendi yaşadıkları Ankara'nın memur mahalleleri dingindi tabii, zaten orada Menderes'in asılması da coşkuyla karşılanmış!
1948 ve 2008 yıllarının Yümnü Beyler'i bu
"daüssıla" numarasını hep yaparlar, yutmayınız.
Türkiye, 1948'de 1908'dekinden iyiydi, 2008'de 1948'dekinden iyidir, 2048'de de bugünkünden çok daha iyi olacaktır.
Yayın tarihi: 14 Eylül 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/14//ardic.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.