kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 30 Temmuz 2008, Çarşamba
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

'Dağdan gelip bağdakini kovanlar'

Geçen hafta 2. Meşrutiyet üstüne yazdığım yazılara hiç beklemediğim bazı tepkiler geldi. Yapılan eleştiriler iki noktada düğümlendi. Bunların bir kısmı 2. Meşrutiyet'in bugüne neler aktardığını daha fazla ele almam gerektiğini belirtiyordu. Öteki kesim ise Türkiye'de kazanların kaynadığı, altı yıldır iktidarda bulunan partinin kapatılma davasının son aşamasında 2. Meşrutiyet üstünde düşünmek kime ne yarar sağlar diyordu.
Onlara söyleyecek sözüm yok. 'Herkes Türkiye'de sadece güncel olaylarla ilgilensin bize ondan başka bir şeyin yararı olmaz' diyenler bence bu ülkede yaşanan aşırı politizasyonun 'dipsomanik' tipleridir. Dipsoman, bilindiği gibi, başladıktan sonra içmeyi bırakamayanlara denir. Bizde de politik dipsomanların olduğu bir gerçek.
Bu minval üzere düşünürken birdenbire 2. Meşrutiyet'le ve onu hazırlayan kadrolarla bugünkü AKP arasında bir ilişki kurulabileceğini fark ettim. Onu burada yazacak ve önümüzdeki hafta boyunca da bu konudaki diğer düşüncelerimi dile getireceğim.

Jön Türkler kimdi?
2. Meşrutiyet'i Jön Türkler ve onların politik örgütü olan İttihat ve Terakki gerçekleştirdi. İttihat ve Terakki kadrolarının kimler olduğunu henüz yeterince bilmiyoruz. 20. yüzyıl Türk tarihi üstünde yazdığı her şeyi çok önemli bulduğum Eric Jan Zürcher'in Savaş, Devrim ve Uluslaşma (Bilgi Üniversitesi yayınları) isimli kitapta bu konuda yayınlanmış bir makalesi var.
Zürcher'e göre İ-T kadroları biraz 'sınır boyları çocukları'. Bunlar iktidarın taşrasından gelmiş, hiçbirisi aristokrasiye, saraya bağlı olmayan genç insanlar. Askeri okullardan (buna askeri tıbbiye dahil) yetişmiş, aldıkları eğitim, kişisel hırsları ve yetenekleriyle öne çıkmışlar. Hatta bunların yerleşik burjuvaziye mensup ailelere ait olmadıklarını söylemek de gerekir. Bir anlamda Osmanlı devşirme sisteminin Türklere uygulanan mekanizması içinde biçimlenmişler.

'Baldırı çıplak' Jönler
Şurası bir gerçek ki, 1908 yılında hürriyet ilan edilip anayasa yeniden yürürlüğe koyulduğunda bu Osmanlı aristokrasisine karşı bir darbe gibi gözüktü. Gerçi ihtilalin en onurlu, ödünsüz ve inatçı ismi Ahmet Rıza Bey Fransız basınına demeç üstüne demeç vererek kendisinin de bir parçası olduğu kadroların Padişahla, saltanatla, hilafetle bir problemi olmadığını, sosyalizme kapalı ve uzak olduklarını belirtiyordu ama Jönler'in (Bekir Fahri'nin bu addaki romanı bence hiç zaman yitirilmeksizin yabancı dillere çevrilmesi gereken bir romandır) çevresinde ve İstanbul'da hiç de öyle algılanmadığı Kudret Emiroğlu'nun kitabından da (Anadolu'da Devrim Günleri) anlaşılabilir.
Kısacası, Jönler, Fransız Devrimi'nin meşhur kadrolarına verilen adla söylersek İstanbul'da 'baldırı çıplaklar' diye görülüyordu. 'Dağdan gelip bağdakini kovan baldırı çıplaklar'dı onlar.

Bugünün 'baldırı çıplakları'
Garip olan şu ki, aradan zaman geçti. İ-T kadroları iktidarın sahibi oldular. Evrilerek Cumhuriyet kadrolarını meydana getirdiler. CHP ile özdeşleştiler. Müesses nizamı mülkleri, kendilerini de yerleşik kadrolar olarak gördüler. Bu durum 1950 yılına kadar devam etti.
O tarihten başlayarak genel oy ve seçim yoluyla iktidara gelenler bu defa 'yeni konukları' 'yabanlar' veya 'baldırı çıplaklar' olarak algılamaya başladılar. Kendileri yerleşik sahipler onlar dışarlıklı yabancılardı. O algılama bugün de devam ediyor. Eskinin baldırı çıplakları şimdi yeninin baldırı çıplaklarıyla zıtlaşıyor, son 50 yıldır.
Bugünkü gerilim ve mücadelenin gerçeği budur ve kimse kuşku duymasın kendi tabii seyrine bırakıldığında bir süre sonra bugünün 'yabanları' da yerleşik hale gelecek ve başkalarını 'dağdan gelenler' diye nitelendirecektir.