Ben siyaset bilimciyim. Tarihçi değilim. Fakat bu iki olgu birbirinden akla kara gibi ayrılmaz. Tam tersine eğer bütünüyle siyasal kuramlar etrafında soyut bir irdeleme söz konusu değil de mesela bir ülkenin siyasal yapısının siyaset bilimi açısından irdelenmesi amaçsa tarih bilgisine başvurmaksızın bu işin başarılması olanaksız. Nitekim bendeniz bir yıl içinde yayınlanacak üç ciltlik böyle bir çalışmanın ilk iki cildini yazıp yayınevine teslim ettim.
Koleksiyonlarda iz sürmek Türk Siyasetinin Yapısal Analizi adını verdiğim bu genel çalışma, özünde Türk siyasetini meydana getiren
paradigmaların ve
olguların çözümlemesidir. Fakat ikinci ciltten başlayarak birinci ciltte kurduğum kuramsal modeli 1950-2010 arasındaki siyasal oluşumlar ve dönemeçleri söz konusu ederek irdeliyorum. Bu maksatla tarihsel düzeyde belirleyici olayların arka planlarına bakmak bir zaruretti. Gazete koleksiyonlarında, dergi ciltlerinde iz sürerek yapabildiğim kadarını yaptım.
Türkiye henüz
"arşiv" ve
"gerçek" kavramlarını tanımadığından en küçük bir ayrıntıyı öğrenmek için bile iğneyle kuyu kazmak gerekiyor.
Bunca lafı
Yavuz Donat'ın birkaç gündür SABAH'ta yayınladığı dizisine sözü getirmek maksadıyla ettim. Yavuz Donat
"Patalya Toplantılarının" perde arkasını adım adım ortaya koyuyor. Aynı şekilde
Murat Yetkin'in
Radikal'de geçen cumartesi ve pazar günü çıkan yazıları da öyle. Gelecekte bu dönemi irdeleyenler bu çalışmalardan iz sürecekler. Her iki yazı dizisi de bizim siyasal yapımızın iki büyük sorununu ortaya koyuyor. Bir yanda askerlerin etkinliği var, diğer yanda sivil siyasetçilerin siyaset dışı bir kuruluşu gerçekleştirmek için yaptığı toplantılar.
Siyasetsiz siyaset O toplantılara, konuşulanlara bakınca insan hayretten hayrete düşmeden duramıyor. Onca akıllı insan bir araya gelmiş inanılmayacak şeyler konuşuyor. Yapılmak istenen Türk siyasetinin, haydi öncesini bir tarafa bırakalım, 1960 sonrasında içine düştüğü en büyük yapısal çıkmaz:
halka, onun siyasi kararına inanmamak, güvenmemek ve onu aşmak maksadıyla olmadık "mühendisliklere" başvurmak. Halkın sağduyusuna ve kararına güvenmemeyi de bir ölçüde açıklayalım ve bu bir ideolojik tercihtir diyelim. Peki, bugünkü dünyada
, bir siyasi sonucun nasıl oluştuğunu açıklayan bu kadar bilgi birikimi varken, siyasetin sosyolojik bir gelişmenin uzantısı olduğu artık neredeyse fiziksel bir bilgiyken bu tür girişimlerin sonuç vereceğine kim nasıl inanır, aklın alacağı iş değil.
Yapısal çıkmaz Türk siyasetinin bu çıkmazı yapısal bir sıkıntıdır.
Bir siyasi sonucun ancak siyaset içinde kalınarak değiştirilebileceğini Türkiye'de belli bir kesim kabul etmiyor .
Bu her siyasi karar herkes tarafından benimsenecek anlamına gelmez. Tam tersine, siyaset diye bir şey varsa bu kabule değil, karşı çıkmaya ve karşı çıkılan o görüşün aşılması için mücadele etmeye dayanır. Ne var ki, önemli olan bu mücadelenin siyaseten yapılmasıdır. Yoksa, en büyük parti etrafında toplanılsın veya bu maksatla sağ ve sol bir araya gelsin demek ancak darbe dönemlerinin biçimlendirmeye çalıştığı, siyaseti öldüren, siyaset dışı bir muhakemedir.
İşin daha vahim yanı bütün bu işlerin siyaset görüntüsü altında yapılması, siyasetçilerin bu siyaset dışı süreçlere müdahale etmesidir.
Türkiye'de bütün darbelerin mantığı bu işlerin böyle yürütülmesine dayanmıştır.
İşte bu nedenle bugün karşı karşıya kaldığımız durum "sivillik" görüntüsü altında yaşanan siyaset dışı siyasetin en dejenere olmuş halidir diyorum.
Yayın tarihi: 16 Temmuz 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/16//haber,7202A974149C4606A92420E723036772.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.