Bugün herkesin aklı İsviçre'de yapılacak Çek maçındayken tutup ciddi şeyler yazmak pek anlamlı gelmiyor. Ama bir yandan milli takıma başındaki
Fatih Terim'in ruhsal patolojisine rağmen başarılar dileyip tatsız konulara gene de girmek lazım.
Lazım zira bugün Türkiye'de yaşayanları canından bezdiren, ülkenin umudunu kıran,
geleceğini ipotekleyen tatsızlıklar yalnızca ülkenin iç politika dengeleriyle ilgili değil. İçerideki kavganın bir uzantısı da Türkiye'nin
dış politikadaki tercihleriyle bağlantılı. Yani içeride demokrasiyi askıya almak isteyenlerin Türkiye'de Batıya yönelik öfkeden de yararlanarak ülkenin
yerleşik stratejik ittifaklarından uzaklaşma arzuları da var.
Bundan altı yıl önce dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç Harp Akademilerinde yapılan bir konferansta önemli bir öneride bulunmuştu. Orgeneral Kılınç Türkiye'nin ABD'ye sırtını dönmeden, AB'yi bırakmasını ve Rusya ve İran ile yakın stratejik işbirliği içine girmesini savunmuştu. O dönemde kâh dalga geçilen, kâh küçümsenen bu öneri
Türkiye'deki iktidar kaymasına koşut olarak ve Batı ile ilişkiler gerginleştikçe daha fazla itibar görür hale geldi. 2007 yılının Şubat'ında Rusya devlet başkanı Vladimir Putin'in Münih'te yaptığı çok sert bir konuşmanın hemen tercüme edilerek, daha önce görülmemiş şekilde Genelkurmay'ın internet sitesine konması TSK'nın bir bölümünün hissiyatı hakkında da fikir vermişti.
'Batı İttifakı'nın önemi Türkiye'nin Batı ile ilişkilerini ciddi şekilde gözden geçirmesi gerektiğini düşünenler de bu dönemde seslerini daha fazla duyurmaya başladılar. Bu görüşe bağlı olanlar açısından, ki "Avrasyacı" tanımını kullanmak mümkün, Soğuk Savaşın bitmesiyle birlikte Türkiye ile Batı arasındaki çıkar ilişkisi büyük ölçüde bitti. Hatta Batı'nın stratejik çıkarlarıyla Türkiye'ninkiler çatışmaya başladı.
Batı AB'si ve ABD'si ile küreselleşme bahanesiyle Türkiye'yi ekonomik açıdan bağımlı hale getirirken, radikal İslamcı terörle mücadelede de Türkiye'yi kullanmak istiyordu.
Yani ılımlı İslam söylemi veya modeliyle Türkiye laikliğinden uzaklaşacak bu da Batı'nın radikal İslam ile mücadele edebilmesi için elinde değerli bir alternatif modelin bulunmasını sağlayacaktı. Dolayısıyla AKP'yi Türkiye'nin başına Batılılar getirmişti, bu partinin izlediği politika da bu nedenle
gayrimilli sayılmalıydı. Bu mantık içinde Batı tipi demokrasi isteyenler bilerek ya da bilmeyerek sömürgeleşmeyi savunuyorlar, İslamcılar Ortadoğu'ya dönerken Batı'nın stratejisinin de parçası oluyorlar. Sonuç olarak da milli strateji Rusya ve İran ile işbirliği yaparak Batı'ya karşı meydan okuyan cephede yer almayı gerektirir. Avrasyacı dış politika tercihinin iç politikadaki yansıması ise ister istemez demokrasiyi dışlayabilen bir yön gösteriyor.
Türkiye eğer bugün Rusya, İran ve diğer ülkelerden saygı görüyorsa bunun önemli sebeplerinden birisi Batı ittifakı içinde yer almasıdır. Bu ittifaktan çıkmış bir Türkiye, Rusya veya İran karşısında çok zayıflar. İkincisi eğer
Türkiye Batı sistemi dışına çıkmaya kalkarsa dünyaya meydan okuyabilecek zenginliklere sahip değildir. Petrol veya gazı yoktur. Dünya ekonomisine vazgeçilmez katkılar yapan bir ülke değildir. Hırpalanır. Demokratik düzenden vazgeçtiği taktirde ise istikrarsızlık içinde kavrulur.
O nedenle
Batı ittifakı ve demokrasi Türkiye'nin düzeninin iki temel parametresi olmak zorundadır. Metropoll şirketinin kamuoyu yoklaması AB desteğinin son krizle yeniden yüzde 62'ye çıktığını gösteriyor. AB şu sıralar pek matah olduğundan değil, temsil ettikleri nedeniyle. Bir de bu hedefi bırakmanın maliyetini belli ki toplum iyi anladığından.
Yayın tarihi: 15 Haziran 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/15//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.