Herkes kendi meşrebine göre Anayasa Mahkemesi kararını değerlendiriyor. Bu karara olumlu ya da olumsuz bir anlam yüklüyor. Sadece bu tartışmada kulanılan kavramlardaki ortak tanım,
kaygılardaki ortak payda eksikliği bile insanın içini karartmaya yeter.
Kararı yalnızca hukuki çerçeve içinde görmek mümkün değildir. Yargı siyasi bir karar vermiştir bunun da siyasi sonuçları olacaktır. Farklı kelimeler kulanmak da mümkün ancak bugün Türkiye'de yaşanan bir
rejim krizidir . Rejimin kurumları emuhtıralarla ya da
hukukun siyasallaşması yoluyla siyasete müdahale ettikçe rejimin meşruiyet temeli zayıflamaktadır. Temel kurumlar kendilerini tahrip etmekte,
rejim içe doğru patlamaktadır. Bu kriz, aşılmadan önce daha da derinleşecektir. AKP'nin kapatılması bu derinleşmedeki merhalelerden biridir.
Anayasa Mahkemesinin AKP'nin kapatılması konusunda vereceği kararın ardından, krizin aşılması gereği kendini dayatacaktır. Dayatacaktır zira Türkiye Batı sistemi içinde kalacaksa demokratik sistemden vazgeçemez. Ancak böyle bir demokrasiyle de Batı sistemi içinde kalamaz. Türkiye, Batı sistemi içinde kalmaktan vazgeçer ya da içeride yaşanacak çatışma ülkeyi böyle bir noktaya sürüklerse de parçalanmaya kadar gidebilecek bir girdaba kapılacaktır.
İlkeler ve nalıncı keseri Önümüzdeki sorulardan birisi krizden çıkma sürecinin ne ölçüde çatışmalı olacağı, siyasetin, tecavüze uğramış kendi alanını korumayı ve hatta açmayı başarıp başaramayacağıdır. CHP'nin
siyaseti reddeden, siyaseti dışlayan politikaları göz önünde bulundurulduğunda bu siyaset arayışındaki oyun kurucular AKP ve MHP olacaktır. Bu ikiliden çağdaş bir demokratik yapılanma için gerekli zihinsel yaratıcılığın çıkıp çıkmayacağı ise belli değildir.
Bir diğer soru ise yeni bir yapılanmaya gidilirken, rejimin temel nitelikleri hakkında bir toplumsal ve siyasi mutabakatın gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğidir. Türkiye onyıllardır ertelediği tartışmaları yapmak, formüller üretmek, demokrasiden, laiklikten, devletten ne anladığını karara bağlamak zorundadır.
Toplumun kendi kaderi ve geleceği üzerindeki söz hakkına saygı gösterilmesi, bireysel hakların korunmasının mutlaka sağlanması gerekecektir. Her kesimin kavramları ve ilkeleri nalıncı keseri gibi sürekli kendine yontmayı bildiği bir toplumda bu da hayli meşakkatli bir çaba anlamına gelir.
Bugün yaşanmakta olan kavga keskin, sert ve neredeyse ölümüne bir
iktidar kavgasıdır. Taraflardan birisi tarihsel olarak elinde tuttuğu iktidarı teslim etmemekte kararlıdır. Korkuları besleyerek yürüttüğü bir mücadele sayesinde hala toplumsal ittifaklar kurabilmektedir. Ancak tabanı cılızdır.
Diğer taraf ya da siyaset alanı ise topluma yaslanmakta ancak buradan sağladığı meşruiyeti yeni ve özgürlüklere dayalı bir program ile bütünleştirerek ülkeye bir çıkış yolu haritası sunamamakta, kendi sığlığına teslim olmaktadır.
Bir başka deyişle Türkiye'deki devletçi elitler ve kendilerini laikliğin bekçisi, Cumhuriyetin sahibi olarak görenlerin ülkeye sundukları hemen hiç bir gelecek vizyonu yoktur. Yaratıcılık kökleri kurumuştur. Yeniyi inşa edecek güçler ise henüz yönlerini tam çizmemiştir. Siyaseti özgürleşme alanı olarak görme konusunda tutarlı değildir.
Türkiye'nin devlet odaklı bir rejim restorasyonuna değil yeni bir
toplumsal sözleşmeye ihtiyacı vardır. Bunu becerememenin maliyeti yalnızca başlarını örten ögrencilerin eğitim haklarının gaspa uğramasıyla sınırlı da kalmayacaktır.
Yayın tarihi: 8 Haziran 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/08//haber,11B538180422410DB4FC9954C6389B3F.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.