Hemen herkesin
Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso'nun ziyareti ve yaptığı konuşmalar, söylediği sözlerle ilgili görüşü var. Vatandaşlar ve yorumcular kendi meşreplerine göre konuşmalardaki veya dile getirilen düşüncelerdeki olumlu olumsuz yanları vurguladılar. Demokrasi vurgusundan memnun olanlar kadar laiklik vurgusunu yetersiz bulanların şikâyetleri de dile getirildi.
Barroso'nun Meclis'te yaptığı konuşma ve temaslarının bütünü hiç kuşkusuz
AB meselesini yeniden ve olabildiğince çarpıcı bir şekilde Türkiye'nin gündemine yerleştirdi . Osmanlı İmparatorluğu'ndan beri Türkiye'nin Avrupa dengelerinin ve siyasetinin bir unsuru olduğu vurgusu bu bağlamda önemliydi. Charles de Gaulle'nin farklı bir Fransa'nın Cumhurbaşkanı ve farklı bir dünya düzeni içinden konuşarak yaptığı konuşmaya yapılan atıf da yabana atılır gibi değildi.
Barroso Türkiye'ye üyelik için neler yapılması gerektiğini ve üyelik süreci gündemini de hatırlatarak işini bitirdi. AB'nin Türkiye'yi kolayca boşlamayacağının mesajını verdi.
Barroso ziyaretinin boyutları ve konuşmalarıyla Türkiye'nin AB açısından önemini vurgularken Türkiye'de de AB sürecinin bizatihi kendisinin ülkenin dirliği açısından ne denli değerli olduğu idrak ediliyordu. Kanal D'nin yaptırdığı bir kamuoyu araştırması
Ocak'tan bu yana Türkiye'nin AB'ye üye olmasından yana olanların oranının yüzde 30.1'den 41.9'a çıktığını gösteriyor. AKP seçmeni açısından bu oran yüzde 29.5'ten 47.1'e çıkmış.
AB'den uzaklaşmanın riskleri Rakamlar iki noktayı vurguluyor. AB sürecine özellikle AKP yandaşları ama onunla sınırlı kalmayacak şekilde Türkiye toplumu fırsatçılıkla yaklaşıyor. Sıkıntıları ne ölçüde göğüslemeye hazır belli değil. Ancak rakamlar bir gerçeği daha vurguluyor.
Türkiye 2000li yıllarda AB hedefini kararlılıkla istediğinde bunun en önemli sebebi toplumun istediği dönüşümün bir dış referans olmadan gerçekleşemeyeceğine dair oluşan mutabakattı. Yaşanan son krizlerde belli ki kamuoyunun önemli bir bölümü AB hedefinin devreden çıkmasının ülkeyi ne tür bir kriz girdabına sokacağını da gördü ve bunun sonuçlarından ürktü. AB hedefinin varlığı Türkiye'nin kendisini tüketecek, fakirleştirecek içe kapanma ve şiddete kayma ihtimallerinin zayıflatılması açısından değerli.
Bu durumda AB işinin asıl yükünü Türkiye'nin toplumunun yüklenmesi ve siyasete baskı yapması gerekiyor. AKP'nin çağdaş demokratik normlara olan ilkesel bağlılığına AB konusundaki kıvrak manevralarını gördükten sonra inanmak zor. Ancak bu konuyu nispeten ciddiye alan eldeki yegane siyasi örgüt de o
. CHP belli ki AB ile ya da AB süreci dışında demokrasi, özgürlükçü ve adil bir hukuk düzeni, çağdaş dünyayla bütünleşme kanallarını ve söylemini oluşturmak gibi kaygılardan uzak . MHP'nin duruşu belli. BU bağlamda muhalefetin Türkiye'ye nasıl bir gelecek önerdiğini oraya nasıl varılacağını açıklamak gibi bir yükümlülüğü var.
Sorumluluk yalnızca siyasette de değil . TSK, geçen hafta açığa çıkan ve zırvayla dolu andıçlardan üretmeyi ve toplumda kendi bakışını paylaşmayanları düşman gibi görmeyi sürdüremez. Yargı, devleti toplumun önüne koyarak hukuk oluşturamaz. Anayasa Mahkemesi üzerinde hiç bir güç hukuk dışı dayatmalara yeltenemez. Bunlarda mutabık olamıyorsak ve toplumun bir kısmı laikliği ancak baskıyla koruyacağımıza, bir kısmı da demokrasinin çoğunluğun içgüdülerinin ve arzularının tecelli etmesinden ibaret olduğuna inanacaksa
Barroso boşuna konuşmuş demektir.
Yayın tarihi: 13 Nisan 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/13//haber,A1D277E7725D45C0A53DFE827C852C81.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.