Sürgün, insanı yurdundan uzaklara götüren kara bir duygu... Sanki gidiyormuş da bir daha dönemeyeceksiniz gibi bir duygu. Sürgün demek hasret demek. Sürgün demek sevdiklerinden ayrılıp bir daha dönememek demek. Bilirsiniz ama ben yine de anlatayım; Büyük İskender fethettiği her şeyi yakıp, yıkıp taş üstünde taş bırakmadığı o ünlü seferinde, Bodrum kapılarına dayanır. İşte o an halkının önüne kendini atan Karya Prensesi Ada, şehrin kapılarını sonuna kadar açar ve İskender'e haykırır: "Ben sizin manevi anneniz olmak istiyorum!" Bu anaç duygu İskender'i öyle etkiler ki Bodrum'u yakıp yıkmaz. Hiç kimseye dokunmaz. Prenses, 50 yaşın üzerine kadar da yaşar, Prennes Ada öyle çok sevilir ki dünyanın yedinci harikası olan mozelenin uzantısında (Tepecik Camisi'nin karşısı) 55 metre yüksekliğinde bir sütunun üzerine heykeli yapılır. Bir kraliçe gibi başında taç ve boynundaki kolyeyle ünlenir. Bütün bunları bir kez daha niye yazıyorum biliyor musunuz? Çünkü Bodrum Müzesi'nde özel odada sanki bugün yaşıyormuş gibi kıyafetleriyle sergilenen Karya Prensesi Ada değil, aslında Bodrum'un en zengin kadınlarından biri... Üstelik Ada gibi uzun yaşamamış, 21 yaşında ölmüş. Kısa boylu, ata binmekten bacakları eğrilmiş. Üstelik karga burunlu ve çirkin bir kadın. Yani efsaneye hiç uymuyor. Çünkü Prenses Ada çok güzel bir kadınmış! Peki şimdi ne olacak? Bodrum Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, saygın bir bilimadamı. Bilime olan saygısı ve müzecilik gibi tarihe olan bağlılığı ile bu skandalı önlemek için çırpınıp duruyor. Hani Bodrum mahzenlerinde, "Burada tanrı yoktur!" sözünün sonradan yazıldığını kanıtlamış bir bilimsel skandalı önlemişti ya... Bu durum da aynı... O sözü, Bodrum Müzesi Eski Müdürü Oğuz Alp Özen, (Şimdi evini müze yapmış. Peki müzede ki o eserler kimin malı?) ilgi çeksin diye yazdırmıştı ya... Araştırmadan, incelemeden bir mezarda bulunan zengin bir kadını "Bu Prenses Ada!" diye sergilemek, bir bilimadamına yakışır mı? Daha kötüsü dünyanın her yerinden gelen ziyaretçilere, yanlış ve eksik bilgi vermek müzecilik geleneğinde bilime ihanet değil midir? Bu konuda şimdiki Bodrum Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız'a bilimadamları tam destek veriyor. Şu an bilim adamları raporlar hazırlıyorlar. Tek sorun bürokraside! Bürokrasi ne zaman biterse, zengin kadın da müzedeki en seçkin yerinden gider. Ama nereye? Peki acaba gerçek Prenses Ada, şu an hangi mezarda, nasıl uyuyor? Kim bilebilir ki!
AH SİZ TÜRKLER! Bodrum Müzesi dünyanın en değerli müzelerinden biridir. Adımınızı kale kapısından içeri attığınız anda, geçmişin ayak izleri sizi alır bir yerlere götürür. Bakın size yaşadığım birkaç anıdan söz edeyim; Budapeşte'nin o büyülü atmosferinde ve Tuna Nehri kenarındayım.... Masamızda elmadan yapılan Tokai şarabını yudumluyoruz. Elbette kahkahalar içinde! Yaşlı bir Macar kadın, "Siz Türkler hiç değişmiyorsunuz," dedi. Sonra da asık bir yüzle, "Eskiden Tuna Nehri kıyılarına atlarınızla gelirdiniz. Şimdi ise uçaklarla, arabalarla geliyorsunuz!" Yaşlı kadının öfkesinin nedeni benim orada keyif yapmam, onun da bana hizmet etmesiydi. Ertesi gün telefoto geçmek için gittiğim MTI Ajansı'nın şef editörü de pencereden bir binayı gösterip, "Burası Ali Baba hamamı. Her gördüğümde siz Türkleri hatırlıyorum," dedi. Öyle bir kahkaha atmışım ki! Şef editör, "Ah, siz Türkler..." dedi. Böyle bir içten kahkahayı da gençlik günlerimde, Almanya-Avusturya sınırındaki bir göl kenarında gittiğim kalenin içindeki müzede yaşamıştım. Kalenin o dar koridorlarında, Avrupa'nın her ordusunun at üstünde birebir yapılmış mumyaları vardı. O kalkanlar, gürzler, zırhlar... İnsanın içini ürpertiyordu. Bir köşedeki görüntü karşısında dondum kaldım. At üstünde bir Türk akıncı sanki gözümün içine bakıyordu. Başında ince bir eşarp... Çıplak vücudu üzerinde işlemeli bir cepken. Altında ise şort gibi kısa bir pantolon ve ayakta sanki sanat harikası bir çizme. Bu akıncıyı öteki zırhlı savaşçılardan ayıran tek özellik ise elindeki sade kılıç. Her ülkeden değişik gençler, bana aynı anda aynı soruyu sordu; "Sadece elinizdeki bu kılıçla, bu zırh içine saklanan orduları nasıl yendiniz?" Cevabım gurur doluydu, "Bir avuç akıncı bir büyük orduyu yendik!" Elbette Türklerin ayak izlerini her gittiğim şehrin devlet müzelerinde gördüğüm an hep hüzünlenirim. Viyana'daki müzeleri süsleyen kahve cezveleri ve fincanları... Budapeşte'deki bir çadırın o günkü gibi korunmuş olması... Daha birçok müzede Türkler için açılan özel bölümler... Her neyse efendim, konuyu bağlıyorum; Bodrum Müzesi'ndeki bu skandalı bir bilimadamı, Müdür Yaşar Yıldız düzeltmek için onca yazışma yaparken öteki bilimadamları niye suskun? "Ne olacak canım, ikisi de kadın. Üstelik başında tacı, boynunda kolyesi var," diyenlere şu cevabı veriyorum: "Biri gerçek prenses... Öteki ise zengin bir kadın!" Öyleyse Prenses Ada'ya hak ettiği saygıyı gösterelim, Büyük İskender'in gösterdiği gibi!
MESAJ: Bodrum'da Güllük Koyu, bir insanlık suçu olarak dolduruluyor ya... O koydaki yüzlerce flamingo gittiler ya... Çevreciler aradı ve "Gidemeyen flamingolar da var. Onlar ya yaşlı ya da hasta..." dediler. Sahi flamingolar da insanlar gibi sürgünden dönünce mutlu olur mu? Tıpkı Prenses Ada gibi!
Yayın tarihi: 20 Nisan 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/20/pz/haber,CEFD56652945439B90ACACDD50894780.html
Tüm hakları saklıdır.