Ülkemizin her alanda yaşadığı gelişmeleri görmezden gelmek mümkün değil.
Sadece bir örneği Türk Silahlı Kuvvetleri'nden verebiliriz.
Şu anda Kuzey Irak topraklarındaki harekât her açıdan Türk askerinin çağı yakaladığının kanıtı değil mi? Çok zor iklim ve coğrafya koşullarında, askerlik mesleğindeki evrensel bilgi ve teknoloji birikimi, hedefe doğru yönlendiriliyor.
En gelişmiş savaş araç ve gereçleri, iyi eğitimli personel tarafından etkin biçimde kullanılmakta.
Varılan nokta ile yakın geçmişin karşılaştırmasını yapalım.
Türkiye 25 Temmuz 1950'de Kore Savaşı'na 4500 kişilik bir tugayla, Birleşmiş Milletler Gücü safında katılma kararı almıştı. Buna göre tugayın oluşumu 20 Ağustos'a kadar tamamlanmış olacaktı.
Şoför sayısı bile sorundu 28 Ağustos'ta bu süre önce 10 Eylül'e, sonra da eylül sonuna uzatıldı.
Bu sırada (9 Eylül), tugay personelinin Kore'de kullanacağı yeni silahları tanıması için (M-1 tüfekler, otomatik tabancalar, hafif ve ağır makineli tüfekler, roket atarlar, gizleme ağları) bir Amerikalı binbaşı başkanlığında Eğitim Kurulu oluşturuldu.
Kore'de kullanılacak cipler ve cemseler için bulunması gereken şoför ehliyetine sahip 80 erin temini de zaman aldı. Bu şoförler, tugay İskenderun'dan gemilere binmeden iki gün önce (23 Eylül) tamamlanabildi.
Tugay üç gemi ile 21 gün sonra Kore'nin Pusan limanına çıktı. Mermileri bulunamadığı için Türkiye'den getirilen İngiliz yapısı 40 mm.lik toplar Türkiye'ye geri gönderildi.
Tugay'ın konuşlanacağı Taegu kentine ancak iki seferde gidilebildi. Çünkü mevcut şoförlerin sayısı yeterli değildi. Tugayın ancak üçte biri motorlu araçlardan aynı anda yararlanabiliyordu.
Bu sırada Amerikalı subaylar hem yeni silahlar üzerinde, hem seyyar mutfakların kullanımı konusunda sürekli eğitim veriyorlardı.
Savunma Sanayii Fonu Kore Savaşı'na ilişkin bunlara benzer bilgiler,
"Kore Harbinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Muharebeleri (1950-53)" adlı kitaptan edinilebilir. (Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları-1975)
1950 tarihini
"uzak geçmiş" olarak görebilirsiniz.
1974 Kıbrıs Harekâtı'nda araç gereç konusunda Libya'dan destek almak zorunda kaldığımızı unutabilir miyiz?
Veya Turgut Özal'ın Başbakanlığı döneminde (1985) kurulan "Savunma Sanayii Destekleme Fonu"nun çalışmaları ile sahip olunan F16'lar, savaş helikopterleri, zırhlı araçlar, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hem vurucu gücünü, hem de hareket kabiliyetini artırmadı mı?
Bütün bunlardan çıkartılacak birinci sonuç bellidir.
Ekonomi geliştikçe, toplumun ve devletin tüm kesimleri ve kurumları gibi Silahlı Kuvvetler de güçlenir.
İstikrar içinde kalkınma bütün kurumlara yansır.
Bir diğer mesele de şu olabilir.
Eğitim düzeyi, donanımlı personel, son teknolojiyi kullanabilmek, tabii ki güçlü ordunun kaçınılmaz gerekleridir.
Nihai zafer ihtimal dışı Ancak bunun gibi, düşünce ufuklarının açıklığı, dünya konjonktürünün iyi izlenmesi, farklı koşulların hem teori hem pratikte doğru yorumlanması da, güce güç katar.
Örneğin konvansiyonel olmayan bir savaşta, düzenli bir ordunun karşısında gerilla savaşı için örgütlenmiş ve etnik kökene dayalı ideolojisi bulunan bir çete var ise, burada klasik anlamı ile
"nihai zafer" elde etmek mümkün değildir.
Bu bir yıldırma ve dağıtma harekâtı niteliği taşır.
Bu tür harekâtlarda hedef alınan düşmanın kayıpları, ölü sayısı arttıkça değil, yaralı ve canlı ele geçirilen çeteci sayısı arttıkça etkili olur.
Ölümler çetecileri kilitler, birbirlerine bağlar.
Yaralı ele geçirilenler ve teslim olanlar ise, dağılmayı ve ek istihbaratı getirebilir.
Bütün bu bilgiler (veya varsayımlar), daha önce bu tür operasyonları yapmış olan dünya ordularının yayınlarında var.
Ve tabii
"siyaset" bu operasyonların sonuçlarını kalıcı çözümlere bağlayacak projelere sahip değilse, benzer operasyonlara belirli aralıklarla yıllarca devam etmek durumunda bulunulabilir.
Bugünkü Tüm Yazıları
Ekonomi güçlüyse Silahlı Kuvvetler de güçlüdür...
Yayın tarihi: 28 Şubat 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/28//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.