Garip işler oluyor ülkemizde.
Başbakan Erdoğan, bir yazısından ötürü yazar arkadaşımız Hıncal Uluç'a tazminat davası açmış.
Peki Erdoğan bu davayı kazanırsa tazminatı kim ödeyecek? Tabii ki TMSF ödeyecek.
Hem Cumhurbaşkanlığı, hem de genel seçimin olduğu siyaseten gergin bir dönemde, bir yayın grubunun patronajı bir kamu kuruluşuna geçerse, böyle garip durumlar çıkar ortaya.
Gazeteci eleştirir. Bir siyasi iktidara saplantılı biçimde karşı da olabilir. Bu saplantının sonucu yanlış verilere dayalı yazılar da yazabilir. Gerekirse bunun bedelini yargı önüne çıkarak öder de.
Ama iktidarı eleştirdiği için yargı önüne çıkan gazetecinin patronu yine kamu yani iktidar olursa, evrensel mantığın temelleri çatırdamaz mı?
TUTARSIZLIKLAR TMSF yöneticisi Ahmet Ertürk bir demecinde
"Uzanlar'
dan tahsil ettiğimiz parayı, Hazine Genç Parti'
ye veriyor" diye yakınmamış mıydı bir keresinde?
Bu defa da
"Dinç Bilgin'
den tahsil etmeye çalıştığımız parayı tazminat olarak Başbakan'
a veriyoruz" mu denilecek?
Demek ki taç giyen başların herkesten akıllı olmaları gerekiyor. En azından o meşhur şarkıyı disk çalarlarına koyup her dakika
"Bundan böyle düşünerek atın adımlarınızı" diyen Ali Kocatepe'ye eşlik etmeleri gerekiyor.
DEVLET MEMURU Her şeyde ve her sektörde özelleştirilmeye gidildiği bir dönemde, ülkenin ikinci büyük medya grubu bir yıldırım operasyonla kamulaştırılırsa, bunun çok olumsuz yan sonuçları olmaz mı? Eğer böyle bir infaz için gerekçeler varsa, bunların yargı önüne götürülüp, oradan çıkacak karara göre eyleme geçilmesi daha doğru olmaz mıydı?
Kamu patronajındaki bir gazetede çalışan gazete yazarının ikilemlerini bir düşünün. İktidardaki partinin ekonomik icraatını ve dış politikasını benim gibi destekliyorsunuz. Ama bu partinin genel felsefesinde karşı olduğunuz yanlar da çok fazla.
Gazete özerk ve bağımsızken, yani patronu kamu değilken, hiçbir eziklik duymadan iktidarın desteklediğiniz yanlarını da vurgulayabilirsiniz. Ama patronaj kamuya geçtiğinde, o iktidara topyekun karşı olan ve aynı gazetede çalışan meslektaşlarınızın içine düştükleri ikilem, sizin gündeminizin öncelikli konusu olur. Her alanda özgürlüğü ve basın özgürlüğünü, serbest rekabeti, özerkliği savunurken, Kopenhag Kriterleri'nin Türkiye'nin sosyo-politik yapısının ana çerçevesi olmasını isterken, geniş anlamıyla
"Kamu görevlisi" statüsüne düşmek gibi bir ikilemi nasıl taşıyabilirsiniz?
Bir yol, işi şakaya boğup, gerçeği hafife almaktır.
Mesela yazınızı yazarken sizinle konuşmaya kalkan ev halkına
"Şu anda vazife başında devlet memuruyum. Görevimi aksatırsan fena olursun" benzeri şakalar yaparsınız.
REKABETSİZ DÜNYA Ya da arkadaş sofralarında söze
"Biz bu devleti sokakta bulmadık" cümlesiyle başlarsınız.
Ama konumunuzdan kaynaklanan eziklik, yüreğinizi sürekli yakar.
Yıllar önce bana TRT Genel Müdürlüğü de, bakanlık da teklif edildiğinde hep aynı cevabı verdim:
- Ben gazeteci olarak kalmaya kararlıyım. Ne devlet memuru olurum, ne de bir kamu görevi kabul ederim. Özgür ve özerk kalmak, bağımsız olmak benim yaşamımın ana çizgisidir. Diyeceğim şudur.
Şimdi bir kamu kurumunun patronajında gazetecilik yapmak, Ankara kulislerine dayalı güç arayanlar dışında hiçbir gazeteciyi mutlu etmez. TMSF'nin bu medya grubundaki patronluğu devam ettikçe, mürekkebin içindeki ruh, tuz ruhuna dönüşecektir. Bu süreç en hızlı biçimde sona erdirilmelidir.
Bir gazeteci TMSF'yi de eleştirebildiği oranda özgürdür. Ama
"Ya bu yazım Ankara'dakilerin ya da TMSF'nin hoşuna gitmezse" endişesi gazetecinin içine yerleşirse, iş çığırından çıkar.
SABAH'ı arkadaşlarımızla bataktan çıkartıp, rekabetin dünyasına soktuk son 5 yılda. Şimdi yine rekabetsiz bir dünyanın içinde bulunmaktan rahatsızlık duymamamız imkânsızdır.
Yayın tarihi: 21 Nisan 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/21//haber,F525EBE5D67F4BDBAC7323D8F47F8810.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.