Özgürlükçülük tutkusu bu ülkede genelde insanın
kendisini ve yakın grubunu ilgilendirdiği ölçüde öne çikar. Kendi dertleri konusunda alabildiğine özgürlükçü olanlar, demokratlığı kimseye kaptırmayanlar başkalarının davalarında pek hareketlenmezler. Kısacası ilke düzeyinde özgürlüklere ve hukuka sahip çıkma geleneği yerleşik değildir. Liberal bir siyaset felsefesi geleneğinin ve tabii ki pratiğinin kök salmamış olması bu
topallığın sebeplerinden birisidir. Demokraside zihniyet hatası
Hal böyle olunca özgürlükçü demokratik atılımların yapılması hayli güçlükle karşılaşıyor. Kitaplara geçen
kuralları sindirenlerin sayısı genelde güdük kalıyor. Yargının karar ve içtihatlarına bakıldığında 21. yüzyıla uygun bir zihniyetin adalet bürokrasisinde yer bulduğunu söylemek mümkün değil. Bağımsızlığı konusunda çok titizlenen ancak bu bağımsızlığı da tehdit altında bulundurulabilen
yargı tarafsız değil. Kadın-erkek ilişkilerinde erkekten, devlet-birey ilişkilerinde devletten yana taraf. Bu bakımdan da pek çok kez adalet hukuk devleti normlarına göre değil ideolojik eğilimlere uygun şekilde tecelli ediyor. Güvenlik bürokrasisi ise kendi
başına buyruk hareket etme alışkanlığından kopamıyor.
Demokraside zihniyet hatası Türkiye'nin AB üyelik sürecinde yaptığı reformlar belli ki sistemin genlerine henüz sinmiş değil. Doğrusu özgürlükçü bir siyaset, adalet ve idare anlayışı bakımından
toplumun da genlerine pek sinmiş değil. AB süreci komada. Bazı Avrupa ülkelerinin çifte standardı ve hükümetin isteksizliği sonucunda komadan kolayca çıkacağa da benzemiyor. Bu durumda iş toplumun ve ülke siyasetinin gerçekten Türkiye için iyi olduğuna inandığı reformları kendi ivmesiyle yapıp yapmayacağı noktasına dayanıyor.
Kürt meselesinde son aylarda yaşananlar hükümeti nihayet daha
özgürlükçü ve şiddeti ikinci plana atan bir siyaset arayışı yoluna çekti. Gerçekten de Kürt meselesinde hükümetin yapacağı atılımlar büyük ölçüde AB sürecinden bağımsız gerçekleşecek. Zira bu konuda
'deniz bitti' ve geçmişin anlayışı politikalarıyla ülkede huzuru bulmanın mümkün olmayacağı iyice anlaşıldı.
Ancak bir kez daha, reformlar felsefi olarak özgürlükçü bir siyaset anlayışının ürünü olmayacak. Daha çok yolun sonuna gelinmesinden dolayı gerekli görünenler yapılacak. Bir bakıma devletin bekası mantığı içinde açılımlar gerçekleşecek. Kendi siyasi ve ideolojik serencamında
evrensel anlamda özgürlükçü bir siyaset felsefesi bulunmayan AKP'nin elinden gelecek de budur. İşin kötüsü AKP'yi daha özgürlükçü bir alanda siyaset yapmaya teşvik edecek ya da zorlayacak bir siyasi çizgi de yok bugün Türkiye'de. Ama bu çizgiye gelmemesi eninde sonunda AKP'nin de başını derde sokacak.
Bu bakımdan hükümet Şemdinli, rahip Santoro cinayeti ve Hrant Dink'in katli örneklerine benzeyen bir sınavla karşı karşıya. Malatya'da üç misyoneri öldürenlerin davasında
akıl almaz skandallar yaşanıyor. Dava dosyası sanıklardan çok maktülleri suçlamaya yönelik yazılmış gibi. Deliller gizleniyor, yok ediliyor, Emniyet yanlış bilgi veriyor, cinayetin tüm bağlantıları ört bas edilmeye çalışılıyor. En kötüsü alışık olduğumuz ilişki türleri burada da ortaya çıkıyor ve bu cinayetin de önceden bilinen hatta
resmi çevrelerce teşvik edilen türden olduğuna dair veriler ortaya çıkıyor.
Bu rezilliğin dibine gidemeyen, güvenlik güçleri güvenlik sağlayamayan,
adaleti adil olmayan bir ülkede inanın kimse uzun vadede huzur bulamayacaktır.
Yayın tarihi: 9 Aralık 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/09//haber,6ECC67313BB9490C9D4D6630030C4BEF.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.