Lafı fazla eğip bükmek gereksiz. Bugünkü Fransa yönetimi
Türkiye'nin düşmanıdır. Daha doğrusu Türkiye'nin AB üyeliğini engellemek üzere düşmanca bir tutum içindedir. Bu tavra karşı her düzlemde ve her tür ilişki çerçevesinde benzer tutumla cevap vermek gerekir. Bu inatlaşmanın kazananı olmayabilir. Ancak yegane kaybedeni Türkiye olmayacaktır.
Bu gece başlayacak AB zirvesinden dışişleri bakanlarının hazırladığı, müzakerelerin katılım amaçlı olduğunu vurgulamayan bir metin çıkarsa bunun çeşitli anlamlarını görmek gerekir.
Öncelikle laf cambazlığından ve metin cımbızlamaktan kaçınarak kararın anlamını kavramak şarttır. AB bir bütün olarak 2004'te verdiği karardan geri adım atmıştır. Türkiye'nin üyelik perspektifini bugün, o güne göre daha kuşkulu hale sokmuştur.
Türkiye'nin üyeliğine karşı olan ülkeler, siyasi akımlar önemli bir mevzi kazandı. Türkiye'nin destekçileri Fransa karşısında direnemedi. Akil adamlar kurulunun engellenmesi veya iki müzakere başlığının açılabilecek olması bu bağlamda sindirilebilecek türden gerekçeler sayılamaz. Verilen mesajın
Türk kamuoyunu çok ters etkileyeceği de açıktır.
Türkiye'de AB meselesini ciddiye alarak bu alanda emek vermiş kişi ve kurumlar bu sonuçtan yaralı çıkacaktır. İlkelerine atıfta bulunarak önemsenen AB'nin en temel ilkelerini çiğnemiş olması, kamuoyunda bu
projenin itibarını düşürecektir. Bu projeyi Türkiye'nin çıkarına olduğu için savunanların da kredibilitesi eriyecektir. Türk kamuoyunu bu konuda yeniden heyecanlandırmak zorlaşacak, siyasette bir silkinme yaşanmadığı taktirde
patinaj sürecektir. Hükümet tembellik yaptı Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen ülkelerin Fransa'nın inadını kırmamamaları çeşitli şekillerde izah edilebilir. Bunların başında kuşku yok ki AKP hükümetlerinin 2005 Ekim'inden beri içine girdiği
rehavet ve atalet gelir. Türkiye'nin vazgeçilmezliği inancıyla ve AB'nin ilişkileri koparamayacağı varsayımıyla AKP ipe sürekli un sermiştir. Özgürlükçü bir demokrasi anlayışının ve hukuk devleti olmanın vazgeçilmez kurallarının yerleşmesine yönelik adımları atmamıştır.
Başarılı bir ekonomi bakanı ancak başarısız bir AB başmüzakerecisi olan Ali Babacan Dışişleri gibi çok önemli bir Bakanlığa atandıktan sonra dahi konumunu muhafaza etmiştir. Hükümetin son üç aydaki hareketsizliği gözönünde bulundurulduğunda bu atama hükümetin
gayri ciddiliğinin ya da lakaytlığının bir işaretidir.
Herhangi bir ülke ya da ülkeler grubunun Türkiye'nin davasına Türkiye'den daha fazla sahip çıkmaları düşünülemez. Kısacası hükümet Türkiye'nin bu en stratejik projesini boşlamış ve ülkenin elini bu şekilde zayıflatarak çıkarlarını tehlikeye atmıştır. Şimdi karşılaşılan bu aleni haksızlığa son derece yetersiz ve sinmiş bir yanıt vererek de
kendi kusurlarının bedelini ülkeye ödetmektedir.
Türkiye'nin dostlarının Ankara'ya destek vermemelerinin ardında bir başka neden daha düşünülebilir. Hükümetin reformlar konusundaki isteksizliği, AB'nin benimsediği anlamda bir
laikliği ne ölçüde içselleştirdiği hakkındaki kaygılar belli ki bu ülkelerde de var. Bu son gelişmeyle hükümet renklerini daha net göstermeye ve projeye bağlılığını kanıtlamaya çağrılıyor olabilir.
Türkiye Fransa'dan kaynaklanan ancak tüm Birliği bağlayan bu hasmane tavra karşı
nasıl bir mukabelede bulunacağını iyice düşünmek ve her seçeneği değerlendirmek zorundadır. Bunu yaparken de laf olsun diye değil, gerçekten inanarak kendisini dönüştürmeyi reformlarını yapmayı sürdürmelidir. Bu atılımı başlatmak da, hele muhalefetten katiyen bir şey beklenemeyeceği için,
hükümetin vazifesi ve sorumluluğudur.
Yayın tarihi: 13 Aralık 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/13//haber,21239234E6014BC6BE1513283ABDBDF1.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.