Herhalde dünyada çok az ülkenin Türkiye kadar
baş döndürücü bir gündemi vardı. Üstelik hem iç hem dış politika konularından
hayli belalı gündemin yoğunluğu, AB'nin ipe un sermesi, Türk kamuoyunun hevesini kaybeder görünmesi bu gündemde AB konusunun pek yer bulamamasına da yol açtı. Tabii hükümetin AB konusunda adım atma isteksizliğinin de konunun gündem dışına kaymasında büyük payı var.
Bakan Babacan kamuoyuna sürprizlere hazır olun mesajı vermiş olsa da hükümet
işleri ağırdan almayı sürdürecek gibi. Özellikle 301 konusunda hem iktidar partisinin ifade özgürlüğü hakkındaki inanç eksikliği, hem de hükümetin muhalefete koz vermeme kaygısı işleri donduruyor. Gerçi AB işinden çoktan sıtkı sıyrıldığı iddia edilen kamuoyunu yoklayanlar farklı sonuç buluyor.
Halktan AB'ye destek var AB, kamuoyunun AB'ye bakışı, AB kamuoyunun Türkiye'ye yaklaşımı gibi konularda araştırmaları bulunan Boğaziçi Üniversitesi'nden Doçent Dr. Hakan Yılmaz yeni bir araştırma yayımladı. Bu araştırmaya göre toplumun yüzde 58,9'luk bir bölümü "Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecinde yapılan reformlardan ve yaşanan gelişmelerden ben ve benim gibi insanlar fayda gördük" cümlesini onaylıyor. Gene toplumun yüzde 57,4'lük bir bölümü de bir halk oylamasında
Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen yönde oy kullanacağını söylüyor.
Bazı AB ülkelerinden gelen olumsuz mesajlar ve Türkiye'deki Avrupa karşıtı cephenin gürültüsü göz önüne alındığında şaşılacak derecede yüksek bir oran bu. AB-Türkiye ilişkilerinde
iki tarafı da kilitleyen pek çok neden var. Cengiz Aktar'ın geçen gün hatırlattığı gibi Portekiz dönem başkanlığı Fransa veya Kıbrıs Rumlarının itirazları yüzünden hiçbir müzakere faslı açılmadan bitebilir. Bu tek kelimeyle bir skandal sayılmalı. Türkiye'de reformların donduğu malum. Daha da önemlisi ülke ve toplum açısından yüzkarası sayılacak rahip Santoro, Hrant Dink cinayetleri ile Malatya katliamı hakkındaki
yargı süreçleri feci bir mecrada ilerliyor. Bu manzara karşısından AB üyeliğinden yana çevrelerde bile müzakerelerin devam ettirilmesindense
askıya alınması yönünde bir fikir filizlenmeye başlıyor. Buna karşılık iki tarafın da hem kafasının karışık hem de siyaset alanının yüklü olduğu dönemde işi otomatiğe bağladığını söyleyenler var.
AB vizyonu oluşturmak... Buna bugünkü şartlarda inanmak kolay değil. Ancak AB-Türkiye arasındaki ilişkilerin kopmasını aklı başında kimsenin istemediği de ortada. Bu durumda da
geleceğe yönelik zihni ve kurumsal hazırlıkları hem AB'de hem Türkiye'de yapmak gerekiyor.
Bu bağlamda önemli sayılacak bir gelişme salı günü Hollanda'nın başkenti Lahey'de Türkiye Enstitüsü'nün açılmasıydı. AB'deki ilk ve şimdilik yegane Türkiye odaklı kurum bu. Bu enstitü fikrinin arkasında Türkiye'nin üyeliğini önemseyen, ilişkilerin stratejik boyutlarının farkında olan
emekli diplomatlar, siyasetçiler ve işinsanları var.
Türkiye'nin AB ilişkilerinden çok iç siyasi ve ekonomik gelişmesini, ülkenin dinamiklerini anlamaya yönelik çalışmalar yapacak. Enstitü parasının Hollanda iş dünyasından gelmesi, iş çevrelerinin Türkiye'nin üyeliğine verdiği değeri gösteriyor. Bu denli etkili bir çevrenin AB sürecine destek vermesi de ilişkilerin geleceği açısından önemli.
Türkiye'nin de benzer şekilde Avrupa'yı daha iyi anlaması ve kendi Avrupa vizyonunu geliştirmesi gerek aslında. Ancak o zaman üyelik süreci daha sağlıklı bir zemine oturur. Şu sırada her şeyden fazla gereken ise tarafların
iradelerini yeniden ortaya koymalarıdır. Kolay görünmese de.
Yayın tarihi: 29 Kasım 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/29//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.