Annapolis "uluslararası toplantısı"nın tarihi iki gün sonraya alınmış olsaydı, Filistin ve İsraillilerin kaderlerini belirleyen bir tarihin atmışıncı yılına denk gelecekti. 29 Kasım 1947'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Filistin mandasının
iki devlet arasında paylaştırılmasına karar vermişti. Altı parçaya bölünecek Filistin toprakları üzerinden her biri üçer bölgeden oluşacak
bir Yahudi, bir Arap devleti kurulacaktı.
Kaba hesapla nüfusun üçte birine sahip Yahudi devletinin payına
toprağın yüzde 55'i düşerken, üçte iki nüfusa sahip Araplara (henüz Filistinli diye tanımlanmıyorlardı)
toprağın yüzde 45'i verilecekti. Kudüs özel statüde kalacak, BM tarafından yönetilecek, on yıl sonra da kaderi belirlenecekti. Yahudiler bölüşmeyi kabul ederken;
Araplar reddetti . Sonradan çıkan savaşta Araplar yalnızca Batı Şeria'yı tutabildi.
Toprakların yüzde 78'i İsrail'e geçti . O dönemde İsrail'in sosyalist olmasından rahatsız, Sovyetler ile ilişkilerinden tedirgin Türkiye bu kararın aleyhine oy kullanan ülkelerdendi.
Kimse bu konferanstan
meseleyi çözecek ve nihayete erdirecek bir sonuç çıkmasını beklemiyor. Katılımcıların çoğu dışarıda kalmanın kendilerine zarar getirebileceği düşüncesiyle toplantıda olacak. Suudi Arabistan uzun süre tereddüt ettikten sonra dışişleri bakanı seviyesinde katılacak toplantıya. Bu yazı yazılırken Suriye'nin katılıp katılmayacağı belli değildi.
Filistin tarafında temsil topal. Gazze'yi yöneten ve geçen meclis seçimlerinde yüzde 47 oy almış
Hamas katılımcı değil . Devlet Başkanı Mahmud Abbas zayıf. Zayıflığı yalnızca Filistinliler tarafından güvenilmemesinden değil. Attığı her adımda İsrailli muhatapları tarafından
altının oyulmasından kaynaklanıyor. Abbas'ın kendi toplumuna somut sonuçlar götürebilmesi gerekiyor. Amacı bu toplantıda nihai çözümün parametrelerinin konuşulmasıydı. İsrail tarafı bunu reddetti. Bu koşullarda değil Hamas'a, kendi toplumunun makul kesimlerine bile
sunabileceği bir şey yok . Muhatap alınmadığı taktirde ise Hamas'ın herhangi bir çözüme rıza göstermesi söz konusu değil.
İsrail Başbakanı da güçlü sayılmaz. Daha müzakereler başlamadan İsrail'deki yarı faşist sağ bu kez İsrail'in
yahudi devleti olarak tanınması gerekliliğini gündeme getirerek Olmert'i sıkıştırdı ve istediğini elde etti. İşçi Partisi lideri Ehud Barak yeniden başbakan olmak istediğinden güvenlik konusunda sertleşiyor. Muhalif lider Netanyahu'nun ise genelde barış süreciyle başı zaten pek hoş olmadı. Annapolis'e gidileceği belli olduktan sonra dahi İsrail'in yerleşim bölgesi inşaatları sürdü. Bir kaynağa göre yalnızca Eylül ayında
1100 dönüm toprak istimlak edildi .
Ancak şurası da bir gerçek. Eğer taraflar Annapolis'e her şeye rağmen gitmeyi kabulleniyorlarsa, bu artık alternatif kalmamasından dolayı. İsrail açısından bu mesele kısa sürede çözülemezse, yazar Amos Oz'un yazdığı gibi ya
tek devlet iki millet seçeneği, ya da ırkçı Apartheid seçeneğinden birini seçmek gerekecektir. Filistin açısından şimdilik durulmuş görünen
iç savaşın yeniden patlaması gündemdedir. Dünya açısından ise cihadcılığın en önemli kaynağı kurumamış olacaktır.
Filistin-İsrail meselesinin nasıl çözüleceği, nihai çözümün neye benzeyeceği aslında yıllardır bilinir.
1967'deki sınırlara göre devletlerin toprakları belirlenecek, Kudüs bir şekilde iki devletin başkenti olarak bölünecek ve Filistinli mülteciler kendilerine tazminat ödenmesi kaydıyla yalnızca
yeni kurulacak Filistin devletine dönmeyi kabul edecek.
Bu çözüm formülünü tarafların kendi başlarına kabul etmeleri iç politika nedenleriyle kolay ve belki de
mümkün değil . Bu işi başarabilecek yegane güç ABD.
İşin ABD ve Bush'a kalması ise zaten kötümser olmak için yeterli neden sayılır.
Yayın tarihi: 25 Kasım 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/25//haber,49CBEF1472B144249BBDD44C9F868429.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.