Önümüzdeki günler ne gösterirse göstersin Türkiye-ABD ilişkileri
yeni bir çerçeveye oturmak zorunda. Benzer şekilde Türkiye'nin, iç politikasında Kürt meselesine yaklaşımıyla dış politikasında Irak Kürtleriyle ilişkilerini nasıl tanımlayacağı hakkında
çok temel kararlar alması gerekecek. Bu iki soruna yaklaşımın da ABD ile ilişkilerle bağlantılı olduğuna kuşku yok.
PKK saldırılarının artmasıyla birlikte Türkiye içinde bir Türk-Kürt çatışmasını körüklemek isteyenler çıktı. Gerginlikler ve hayli tatsız olaylar yaşandı. Geçmişte Kürtlerin hadlerini bilmemesi halinde "herşeyin ama herşeyin" mümkün olduğunu yazan ve söyleyenlerin mesajları doğrultusunda
etnik bir çatışma ihtimali belirdi. DTP'nin tam böyle bir dönemde PKK'dan
bağımsız siyaset üretemez oluşu meseleyi daha vahim hale getirdi. Harekete geçen ve öfkesi körüklenen yıkıcı,
linç aşkıyla tutuşan bir kitlenin yapabilecekleri güvenlik kurumlarının bile gözünü korkuttu.
Devlet tarafsızlığını göstermeli Öylesine ki Milli Güvenlik Kurulu toplantısından itidale davet mesajı çıkarken, Başbakan yardımcısı Cemil Çiçek 1980 öncesindeki Kahramanmaraş ve Çorum kıyımlarına atıfta bulunma gereği duydu.
Din ortaklığı nedeniyle bu işleri hafife alanlara hatırlatmakta da yarar var. Irak'ta karışık mezhepten ailelerin sayısının yüzbinlerle ifade edildiği biliniyordu. Kısacası herkesin
ağzından çıkanı kulağının duyması gereken, daha da önemlisi bu gibi durumlarda hep tercih ettiği bir taraf bulunan devletin tarafsızlığını en etkin ve etkili şekilde göstermesi gerekir.
Dünyanın en belalı bölgesinde tüm sorunlarına rağmen istikrarlı, güvenlik üretebilen çağdaş normlara uygun bir siyasi sistemi kökleştirmiş ve Batı ittifakının üyesi olan bir ülke kolay bulunmuyor. Bu bağlamda ABD'nin Türkiye'nin şikayetleri ve talepleri karşısında
önümüzdeki altı gün içinde ne tür bir tavır takınacağı daha da fazla önem kazanıyor. Zira ABD'nin politikalarından algılanan mesajlar Türkiye'nin içindeki siyasal dinamikler üzerinde de etkili olabilir.
Somut adımlar atılmalı Körfez savaşından sonra Turgut Özal Irak'ın geleceğinin Bağdat merkezli olmayacağına inandığından
stratejisini Kürt liderleri Türkiye'nin yanına çekmek üzerine kurdu. Cumhuriyet'in kuruluşundan beri bir Kürt devletini veya benzer bir oluşumu en büyük tehdit olarak değerlendiren dış politika anlayışına karşı şansı azdı. Vefat edince de bu yaklaşım büyük ölçüde terk edildi.
Son savaştan sonra Türkiye'nin önüne çıkan asıl mesele de buydu. ABD'nin müttefiği olarak bu savaşta taraf seçen Kürtlerin siyasal yapılanması karşısında tutumu ne olacaktı? ABD Türkiye'yi PKK konusunda Bağdat yerine Erbil ile iletişim kurmaya ikna etmek istedi. PKK'ya karşı Kürtlerin işbirliğinin bu şekilde sağlanacağını savundu. Türkiye ise
sorunlarını Bağdat üzerinden çözmekte ısrar etti. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün Mesud Barzani ve Celal Talabani'nin yeni konum ve sıfatlarına kendimizi hazırlamamız gerektiği yönündeki tespitini de dinleyen olmadı. Bunda özellikle Barzani'nin Türkiye'ye yönelik tehditkâr üslubunun da payı kuşkusuz vardı.
ABD'nin halen yaklaşımından vazgeçtiğini söylemek mümkün değil. Ancak Türkiye'nin canı PKK nedeniyle yanarken istediğini elde etmesi mümkün olmaz. Dolayısıyla eğer ABD Türkiye, Irak Kürtleri ve Irak arasında farklı bir ilişki düşünüyorsa
PKK'ya karşı somut adımlar atmak zorunda. Amerikalıların şu anda yanan ateşi söndürecek bir eyleme girişmemesi halinde TürkAmerikan ilişkilerinin en azından kısa vadede tekrar rayına oturtulması da güçleşecektir. Bundan her iki ülkede zararlı çıkacaktır.
Yayın tarihi: 1 Kasım 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/01//haber,E5E673AB5178422D896888FBB5282D8D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.