Arada bir dünyada neler tartışıldığına bakmakta çok yarar var. Zira böyle yaptığınızda sandığınız kadar
yalnız olmadığınızı, ülkenizin dertlerine başka yerlerde de rastlandığını görüyorsunuz. Kürt meselesi ve terör belası dışında Türkiye'yi en çok geren, ülkede kutuplaşmayı körükleyen konu
dinin toplumsal hayattaki ve
siyasetteki yeri . Dünyada da öyle.
Özellikle 11 Eylül saldırılarından beri din ve laiklik ilişkisi, dinin toplumsal hayatta ve siyasetteki yeri konuları daha derinlemesine tartışılıyor. Eski anlayışlar ve değerlendirmeler değişiyor. Laiklik mercek altına alınıyor. Dinin beklendiği gibi insanların hayatından pek de çıkmayacağı daha iyi anlaşılıyor. Bu durumda da dinin bugünkü anlam ve işlevini irdelemek, anlamak gerekiyor. Ayrıca 21'inci yüzyıla uygun, özgürlük ve eşitlik anlayışlarıyla dinin şartlarının nasıl bağdaştırılabileceği sorusu gündeme geliyor.
The Economist dergisi bu haftaki sayısında yayınladığı "Tanrı adına: Din ve kamusal hayat" başlıklı raporunda bu konuyu derinlemesine incelemiş.
İki dönüm noktası var Aydınlanma düşüncesinin beklentisi
modernleşmenin sonucu olarak dinin toplumsal hayattan çekilmesiydi. Dini kendi hayatlarından çıkarmış olan modern dünyanın yönetici seçkinleri 20'inci yüzyılın sonunda bu beklentinin gerçekleşeceğinden de emindi. Din miyadını doldurmuştu.
Bunun da ötesinde özellikle azgelişmiş ülkelerde
yeni milliyetçi liderlerin dine karşı hayli katı bir tutumu vardı. Dinin, daha doğrusu din etrafındaki toplumsal ve siyasi örgütlenmenin, geri kalmışlığın en önemli nedenlerinden biri olduğuna kalpten inanıyorlardı. Kendileri tam anlamıyla
modernliğin çocukları olduklarından dine karşı da katı bir tutum aldılar.
Ancak beklentiler yanlış çıktı. Başta dünyanın en zengin ve sevmeyenleri tarafından en ahlaksız ülkesi diye tanımlanan ABD olmak üzere
din pek çok ülkede yeniden ön plana çıktı .
Konuyla ilgilenen ve tabii ki laik düşünceden geldikleri için eleştirel düşünce içinden meseleye bakanlar
iki dönüm noktası görüyor. Economist'e göre dinin yeni gücü "iki değişikliğin sonucu: Birincisi laik inançların başarısızlığı; dinin yükselişi 1970li yıllarda
devlete olan inancın sarsıldıği bir dönemde başladı. İkincisi... din dünya sahnesine çok daha bireyci ve demokratik küreselleşme ile gayet uyumlu bir hareket olarak çıktı." Olivier Roy, Feisal Devji, John Gray, Peter Bergen gibi konuyla ilgili çok önemli kitaplar yazmış yazarların da ortak tespitleri bu ikinci noktayı doğrular nitelikte.
Kamusal alana müdahale Dünyanın gidişi bir yandan dinler arası çatışmaları körükler ya da
bundan nemalanan siyasetleri güçlendirirken, mezhepler arasında da kanlı çatışmalar yaşanıyor. Laikler ile dinciler arasındaki kavga ve ağız dalaşı şidetleniyor. Dinci yayınlar kadar dine karşı yayınlar da hayli okur buluyorlar, taraflar militanlaşıyor. Bu dinamiğin sonucu herkesin kendi kampına çekilmesi, çoğulculuğun zayıflaması, iletişimin kopması oluyor. Zira
taraflar giderek daha mutlakçı oluyor.
Kuşkusuz İslam dünyasında bu konuda yaşanan gelişmeler de dergiyi yakından ilgilendiriyor.
İslam dininin tüm kadim dinler arasında
kamusal alana en çok müdahale eden din olduğunu belirtmesine rağmen dergi, başyazısında "İslam ile modern liberal devletle pekala birlikte yaşayabileceği" sonucuna varıyor. ABD'de yaşayan Müslümanların o toplumun anayasal çerçevesine ne denli
başarıyla uyum sağladıklarını da bu bağlamda vurguluyor.
Türkiye'nin önemi de tam bu bağlamda gündeme geliyor. Dinin yükselişinin din savaşlarına yol açmaması, liberal demokratik modelin tüm dinler açısından özümsenebilecek bir model olup olmayacağını Türkiye deneyiminin sonucuna bağlıyor.
Ne sorumluluk ama!
Yayın tarihi: 4 Kasım 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/04//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.