Siyasetçiler siyaset bilimcisi olmak zorunda değiller. Siyaset bilimcilerinden de iyi siyasetçi pek çıkmaz. Zira siyasetçilik bir bilim işi değildir. Arada siyaset bilimcinin kafasını kaşıyarak "böyle bir iş nasıl yapılır böyle bir söz nasıl söylenir" dediği pek çok durumda siyasetçi kendisi açısından akıllı bir adım atmıştır. Tabii siyasetçi açısından iyi olan ille de siyaset açısından ya da hizmet ettiği toplum ya da ülkenin çıkarları açısından iyi sayılamaz.
Siyaset biliminin araçları asıl siyaseti anlamak, siyasetçinin yaptıklarına anlam yüklemek açısından gereklidir. Siyasetçi elbette kendi mesleğinin inceliklerini siyaset bilimciden daha iyi anlar. Ancak bazen kendi eylemlerinin ve onların içinde yer aldığı
bağlamın bütüncül anlamını kestiremeyebilir. Güçler dengesi analizini veya kar/zarar hesabını yanlış yapabilir. Biraz da bu nedenle çağdaş siyasetçilerin kendilerine bazı konularda, üstelik de çekinmeden söz söyleyebilecek, yakın sosyal bilimci danışmanları vardır. Bunlar günlük hırgür içinde siyasi yoldaşlar tarafından da görülemeyecek konuları gündeme getirerek siyasete bir
ufuk çizme görevi üstlenebilirler.
Erdoğan'ın eksileri Başbakan Erdoğan'ın belki de kendi neslinin en iyi siyasetçisi olduğuna kuşku yok. En azından siyasetçinin birinci amacı olan
iktidarı ele geçirmek açısından bu böyle. Gerçi şaşılacak şekilde, zaferle çıktığı erken seçimlerin yapıldığı günden beri elindeki iktidarla ne yapacağını bilmezmiş gibi hareket ediyor. Ülkenin önüne bir gündem, bir vizyon ve bir yol haritası koyamıyor. Ya boşlukta duruyor ya da
başkalarının tanımladığı gündemlerin peşinde gidiyor. O zaman da kendi oyununu kuramıyor.
Bunun son örneğini Kuzey Irak'a operasyon tartışmaları sırasında yaşıyoruz. Pırıltısız hükümetinin yarattığı boşlukta Türkiye yeniden güvenlik gündemine mahkûm oluyor, siyaset alanı daralıyor. Toplumda kabaran duygular siyaset üzerinde
sonu bela ile bitebilecek adımların atılması baskısı oluşturuyor. Cuma günkü söylemine bakıldığında Başbakan Erdoğan da bu dalgayı nasıl yönetebileceğini pek bilemiyor, ayarı kaçırabiliyor.
Başbakan'ın
kavramlarla ilişkisi ise daha sorunlu. Siyaset bilimi kavramlarını kulandığı zaman insanın aklına giderek artan sıklıkla demokratik ilkelerden ne anladığı, bunlara ne ölçüde bağlı olduğu gibi sorular geliyor. Son örnek referandum konusunda söyledikleri idi. Başbakan referandumlara alışmamız gerektiğini vurgularken herhalde bu yöntemin sık kullanılmasının demokrasi açısından ne denli tehlikeli olduğunu pek düşünmemişti.
Referandum gereksiz Gelecek Pazar, eğer Meclis iptal etmezse, Türkiye inat olsun diye gereksiz bir referandum yapacak. Bu referandumun yapılmaması gerekir. Yapılacaksa da hayır sonucu alınması memleket açısından hayırlıdır. Bu sağlanamıyorsa
katılımın düşük kalması isabetli olur. Bu işler bu kadar hafife alınarak yapılmaz. Tüm sistemi yeniden kurgulamadan yapılan değişikliklerle Türkiye'nin siyasetinde demokratik istikrar ortamı oluşturulamaz. Hele yeni anayasa da yapılacaksa.
Boğaziçi Üniversitesi'nden Binnaz Toprak'ın 27 Ekim tarihli Radikal'de yazdığı gibi: Çağdaş demokrasi anlayışı, "Kim daha fazla oy alırsa istediğini yapar" türü
matematiksel hesaplara dayanmaz. Hele hele bu oy hesabı referandumlar kanalıyla yürütülüyorsa daha da sorunludur...Çağdaş demokrasiler halkın ve kurumların temel ilkeler üzerinde uzlaşamadığı durumlarda çoğunluk oylarına güvenerek dayatma yoluna gitmek yerine
uzlaşı yollarını açabilecek liderlik önderliğine dayanır."
Türkiye'ye gereken referandum kültürü değil demokrasi kültürüdür.
Yayın tarihi: 14 Ekim 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/14//haber,70738322377C45EFA3A82625CDC39C3D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.