Seçimlerden bu yana iki buçuk ay geçti. Türkiye'yi bir rejim krizinden çıkaran bu seçimlerin ardından beklenen ve gerek duyulan rahatlama ise gelmedi. Tersine ülke gündemi
derin vehimlerin esiri oldu. Bunda seçim sonuçlarından rahatsız olanların payı mutlaka var. Ülkede iktidar mücadelesi veren tüm odaklar bir şekilde kendi mevzilerini belirliyor, tutumlarını ortaya koyuyor ve kamuoyunu etkilemek için de gayret gösteriyorlar.
Bu dönem zarfında iktidar partisinin önündeki üç meseleyi iyi yönetebildiğini söylemek zor. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ve anayasa tartışmalarını tanımlayan çerçeveyi belirlemede AKP elindeki büyük gücü,
kendisine açılmış olan krediyi biraz hoyratça harcadı. Bunun da ötesinde ve belki daha da önemlisi Türkiye'nin yeni dönemdeki hedeflerini topluma takdim etme ve bu hedefleri kitleye benimsetme konularında akıl almaz bir
dirayetsizlik gösterdi.
Ne izleyeceği ekonomi politikasının temel unsurları hakkında, ne Türkiye'nin başta, Kürt meselesi, yoksulluk gibi can alıcı sorunları hakkında hükümetin kamuoyuna yönelik bir
bilgilendirme çabası yok. Dış politikada ne yapılmak istendiği tam anlaşılamadığı gibi tercih edilen bazı taktiksel adımların Türkiye'nin stratejik tercih ve çıkarlarına ne ölçüde uyduğu hakkında da
ciddi soru işaretleri oluşuyor.
Söylem ve eylem tutmuyor Giderek bu gündem yönetme beceriksizliğine eklenen bir
samimiyetsizlik kuşkusu da iktidar partisini sarmaya başlıyor. İleride sarsması da mümkün. Hükümet edenlerin bunu ne ölçüde idrak ettiği, ediyorlarsa ne ölçüde ciddiye aldığı meçhul. İktidar partisi kendini Türkiye'deki demokratik dönüşümün aktörü olarak görüyor. Bunda da haklı. Ancak AKP söylem ve eylemleriyle bu nesnel durumu tavırlarında ve sorunlara yaklaşımında demokratik olmaya döndüreceği güvencesini vermiyor.
Bu
güvensizlik duygusunu yaratan en önemli iki unsur
Hrant Dink cinayeti etrafındaki yoğun örtbas etme çabaları ile
301. Maddenin değiştirilmesi konusundaki isteksizlik. Dink cinayeti Türkiye'nin toplum ve devlet olarak ne olduğunu, ne olmak istediğini ortaya çıkaracak bir sınavdır. Bu cinayetin aydınlanması ve tüm suçluların ceza görmesi ise Türkiye'nin bir hukuk devleti olup olmayacağının dünya önündeki göstergesi sayılacaktır.
Bu dava hakkında bilinenler cinayetin 'geliyorum' dediğini, güvenlik güçleri içindeki
bazı unsurlarca davet edildiğini, şimdi ise daha önceki sonuçlanamayan davaların akibetine doğru sürüklendiğini gösteriyor.
AKP'nin yükümlülükleri Dink cinayeti ile 301. Maddenin varlığı arasında da güçlü bir bağ var. 301 Türkiye'de ifade özgürlüğünün ne ölçüde mutlak değer olarak kabul edildiğinin simgesi haline geldi. Bu maddenin kaldırılacağı konusunda geçmiş hükümetin Avrupa Komisyonu'na taahhütleri var. Şimdi ise belli ki Komisyon raporunun çok sert çıkmayacağı beklentisinin de etkisiyle 301. Maddeyi değiştirmek için adım atmayacak. Bu konuda duyarlılık gösteren kesimlere de yeni anayasayı beklemelerini önerecek.
Hükümetin bu tavrı
iki anlama gelebilir. Birincisi ve gündelik siyasetle alakalı olan tarafı iktidar partisinin anayasa değişıkliklerinde yardımına ihtiyaç duyduğu
MHP ile kavga etmek istememesidir. İkincisi ve daha geniş boyutlu anlamı ise iktidar partisinin tüm demokratikleşme söylemlerine karşın aslında
devlet geleneğiyle uzlaşmayı tercih etmesidir. Bir bakıma demokrasinin temel ilkelerine yönelik inancı zayıftır ve devletle çatışması yalnızca kendisini birinci dereceden ilgilendiren konularla sınırlıdır. Bu kaygıları silmek AKP'nin yükümlülüğüdür.
Yayın tarihi: 4 Ekim 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/04//haber,CD6F2BD254C34AE683512C5D3DB7FD9B.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.