Bu yazı yazılırken tezkere müzakereleri devam ediyordu. Ancak çıkacağı hakkında bir tereddüt de yoktu. Bu arada iki sıkıntılı cepheden de Türkiye'yi rahatlatacak haberler gelmeye başladı. Temsilciler Meclisi'ndeki Ermeni soykırım tasarısına destek veren üyelerden dördü daha imzalarını geri çekti. Bu durumda genel kurulda
kararın onaylanması tehlikeye girdi. Başkan Bush Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin pazar günü verdiği pası alarak kendisini aradı ve oylamayı yapmamasını rica etti. Geçen haftaya göre Pelosi'nin bu oylamayı
daha ileri bir tarihe bırakma ihtimali de arttı.
Tezkerenin geçeceğinin anlaşılmasıyla birlikte ilgili tarafların hemen hepsinde de bir telaş başladı. Amerikan askeri kaynakları TSK'nın 1990'lardakilere benzer kapsamlı bir harekat hazırlığı içinde olmadığını söylüyor. Bu durumda
diplomatik çarkların işlemesi için yeterli zaman olduğuna inanılıyor. Türkiye'yi teskin etmek amacıyla NATO Genel Sekreteri, Cumhurbaşkanı Gül'ü, Irak Başbakanı da Başbakan Erdoğan'ı aradı. Türkiye'nin
bu kez tutulamayacağına inanılması, ülke içinden yükselen sertlik yanlısı sesler, kamuoyunun duygularına kapılması "çılgın Türkler"in teskin edilmesini gerektirdi.
Ortalık şimdi yatışabilir Eğer PKK tam şu sıralarda korkunç bir eylem gerçekleştirmezse
ortalığın yatışması ihtimali belirdi. ABD'nin çıkarları Ermeni tasarısının geçmesinin engellenmesine yol açabilir. Gene Washington Türkiye'nin kuzey Irak'ta
bazı mevzileri bombalamasına da ses çıkarmayabilir.
Yaşanan kriz durumu bu şekilde atlatıldığı taktirde kuşkusuz rahat bir nefes alınacaktır. Ancak iki haftadır yaşananlar Türkiye'nin dış politika yaklaşımındaki açmazları da sergiledi. Sonuçta Türkiye karşılaştığı tüm sorunları
stratejik önemini vurgulayarak ya da askeri gücüne güvenerek halleden bir ülke görünümünden de kurtulmak zorunda. Daha önemlisi kamuoyu siyasi sorunların şiddetle halledileceği inancından kurtulmalı.
Burada Türkiye'yi asıl kilitleyenin
iç politikasındaki ufuksuzluk olduğu daha belirgin hale geliyor. PKK'nın hesaplı şiddetini hemen Kürt konusunda demokratik alanın kısıtlanması ve siyaset dışı tedbirlere başvurulması için fırsat bilenler gündemi belirliyor. Bir bakıma tam da
PKK'nın istediği noktaya gelinip onun
kurduğu tuzağa düşülüyor. İktidar partisi, her yönden sürekli şiddet kullanılması yönünde tahrik edilen kamuoyu dalgasına karşı koyamıyor.
İki taraf da anladı Yapabildiği yangını yangınla söndürmeye çalışmak. Yani en sert söylemi benimseyerek kendisine yönelebilecek eleştirileri savuşturmak. Bunun sebebi de tasarlanmış ve detaylanmış bir tasavvuru ve oyun planı olmaması.
Gerçi buna paralel olarak ve ABD yönetiminin çabalarına da mukabele etmek üzere Başbakan, Bush ile randevusuna gideceğini belirtti. Geçmişteki buluşmalardan farklı olarak taraflar ilişkilerinde kopma noktasının
her biri için ne anlama geleceğini görme fırsatı elde etti. ABD açısından kısa vadede
Türkiye'ye ne kadar ihtiyaç duyulduğu anlaşıldı. Türkiye'nin kaygı ve çıkarlarının sürekli göz ardı edilemeyeceği de görüldü. Türkiye ise atacağı çok keskin bir adımın
kendisini ne ölçüde yalnızlığa düşüreceğini kavradı. Yerleşik dış politika parametrelerinin nasıl değişebileceğini sezdi.
Bu verilerden yola çıkarak şimdilik iki şey söylenebilir. Türkiye öfkesine teslim olmadan siyaset üretebilmek zorunda. Siyasilerin kendileri gibi düşünmeyenleri
hain ilan etme gibi bir hakkı yok. İkincisi, Türkiye kendi konrolü dışında gerçekleşen değişikliklere de uyum sağlayarak dış politika üretmek zorunda.
Yayın tarihi: 18 Ekim 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/18//haber,36F91DF18A664863B79820D269C9C3A0.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.