Türkiye ile Fransa'nın laikliğin benzer yorumunu paylaşmanın yanı sıra o kadar çok ortak yönleri var ki... İkisinde de devlet "Kutsal" ve yaşamın neredeyse tüm alanlarında söz sahibi.
İkisi de kendini neredeyse dünyanın merkezi olarak görüyor.
İkisi de "Sosyal devlet" ilkesine asla dokundurtmuyor, o nedenle de sosyal güvenlik sistemleri çökmek üzere.
İkisinde de çalışanlar kazançlarının yarısına yakınını devlete veriyor.
İkisinin halkı da çalışmayı pek sevmiyor. İkisi de "Kimlik" bunalımı yaşıyor.
İkisinde de halkın ezici çoğunluğu küreselleşmeyi fırsat değil tehdit olarak görüyor.
İkisinde de Amerikan karşıtlığı zirvede. İkisinin de geçmişinden gelen sorunları ve korkuları var. Fransa sömürgeci geçmişinin mirasıyla uğraşıyor. Türkiye ise Osmanlı geçmişinin mirasıyla.
Ancak
Türkiye'den farklı olarak Fransa, 20'nci yüzyılın devlet yapısının, Soğuk Savaş döneminin sosyal modelinin daha fazla sürdürülemeyeceğini artık kabul etti. Cumhurbaşkanlığı seçiminin final turuna bıraktığı adaylarla.
O adaylardan biri, Nicolas Sarkozy,
"Erken kalkan ve sıkı çalışan bir Fransa" vaad ediyor. Öbürü, Segolene Royal ise partisinin, sosyalistlerin eseri olan haftalık çalışma süresinin 35 saatle sınırlandırılması yasasını gözden geçireceğini söylüyor.
Biri, Sarkozy,
"Özgür düşünün tabuları yıkın" diyerek Fransa'nın son 50 yılına damgasını vuran General de GaulleFrançois MitterrandJacques Chirac'ın
"Önce devlet" ilkesine dayalı politikalarıyla bağını koparacağını açıklıyor. Diğeri, Royal ise Fransa'yı tepeden tırnağa değiştireceğini söylüyor.
Biri, Sarkozy, Sayıştay'ı bakanlığa dönüştürmeyi, harcanan her kuruşun hesabını vermeyi, devleti küçültmeyi, açık bütçeyi anayasayla yasaklamayı öngörüyor. Diğeri, Royal ise "
Katılımcı demokrasi "yi getirerek, halkı yönetimde daha çok söz sahibi yapmayı amaçlıyor.
Ve ikisi de her konuşmalarında ideolojilerin tutsağı olmayacaklarını tekrarlıyor. Royal
"Solun tozunu attıracağım" diyor, Sarkozy ise partiler üstü, hatta partiler dışı bir cumhurbaşkanı olacağını taahhüt ediyor.
Ve ikisi de Fransa'ya "Çekidüzen vermek" istiyor. Biri, Sarkozy, "Ulusal Kimlik ve Göçmen Bakanlığı" kurarak, cezai ehliyet yaşını 16'ya indirerek, ıslah olmayan çocuk suçlulara ağır hapis cezaları vererek. Diğeri, Royal ise, zorunlu askerliği geri getirerek, cezai ehliyeti olmayan çocuk suçluları kışlalarda çalıştırarak...
Acaba bu son olur mu? Fransızlar aylarca süren seçim kampanyası boyunca görüşlerini ve programlarını ezberledikleri bu iki adaydan birini iki hafta sonra, 6 Mayıs'ta cumhurbaşkanı seçecekler.
Biz ise aylardır süren belirsizlikten sonra nihayet "Tek seçici"nin kafasındaki cumhurbaşkanı adayını yarın-öbürgün öğrenebileceğiz. Ve Fransa ile aşağıyukarı aynı tarihlerde 11'nci cumhurbaşkanımızın seçilmesini sadece seyredeceğiz.
Onca ortak yönü olan iki ülkeyi ayıran en önemli, en hayati fark bu: Fransızlar gelecek 5 yıllarını teslim edecekleri cumhurbaşkanını özgür iradeleriyle seçecekler. Biz ise gelecek 7 yılımızı teslim edeceğimiz cumhurbaşkanının bir kişinin iradesiyle seçilmesine istesek de, istemesek de razı olacağız.
Birinde cumhur tek söz sahibi, öbüründe ise yalnızca izleyici. Krallıklardaki "Tebaa" gibi.
Bunun "Son" olmasını umut etmekten başka çaremiz yok. Dileriz, anayasa değişikliğiyle veya yeni ve sivil bir anayasayla bizde de gelecek defa cumhurun başkanını cumhur seçer. Kimbilir; belki de Fransızlar'la aynı günlerde...
Yayın tarihi: 24 Nisan 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/24//haber,AEE1380A28A3452FA7A1B7392B4355F4.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.