|
|
|
|
|
Kayserililer, zenginliği Çukurova'da yakaladı
Kayseri'nin erkekleri, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra, ekmek parası kazanmak için Adana seferlerine başladı.
Adanalılar, ticareti aynı dönemde Kayserililer'den öğrendi. Adana'nın yeni sâkinleri, sonra fabrikatör oldu
ÜNLÜ bir düşünür, "Dünyaya geldiğiniz gün, bir yandan yaşamaya, bir yandan da ölmeye başlarsınız." demiş. Evet, anılarımda, yaşamaya başladığım yılların hikâyesini anlatırken; aynı zamanda tükettiğim ömrün muhasebesini de yapacağım. Kederimi ve mutluluğumu, bir ölçüde ortaya koyacağım. Bakalı m, bu yalancı dünyadan ne almış, ne vermişim. Bugüne kadar şu koca dünyadan aldıklarını yanında götürenleri ne gören olmuş, ne de duyan. Bilinen o ki, hayırlı bir şekilde âhirete göçenler, beraberlerinde sadece beş metrelik kaput bezi götürebilmiş. Biz de bunun bilincinde olduğumuz için, ailece çalıştık, çabaladı k, kazandık. Allah'a şükürler olsun, bu arada çok iyi günler gördüm.
Hayatın gerçeklerini aslâ gözardı etmeyi düşünmediğim için, bu dünyadan edindiğim hatırı sayılır nimetleri, yine bu dünyanı n ihtiyaç sahiplerine vermek için karar kıldım. Babamın başlattığı hayırseverliği, bugüne kadar sürdürdüm; ömrüm yettikçe de sürdüreceğim. Devletimizin resmkayıtlarına göre, 1921 yılının 10 Eylül günü Kayseri'de dünyaya gelmişim. Yani, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin henüz kurulmadığı, ama MillMücadele'nin bütün şiddetiyle sürdüğü bir dönemde. İşte o gün, bugün, vatan bildiğimiz bu kutsal topraklarda huzur ve mutluluk içinde yaşıyoruz.
DOKTORSUZ, EBESİZ DOĞMUŞUM 1921 yılında, rahmetli annem Zekiye Hanım, ikinci çocuğuna hâmile kalmış. Kayseri'de kavurucu yaz sıcağının hükmünü kaybettiği bir gün, doğum sancısı çekmeye başlamış. Tabii o tarihte doktor ve ebe olmadığı için, komşular telâş içinde, doğumdan anlayan bir hanım aramaya başlamış. Kısacası, konu-komşunun yardımıyla dünyaya gelmişim.
Rahmetli babamın adı "Nuri Has". Kendisi, köklü bir Kayseri ailesine mensup. Baba tarafımın geliri zayıfmış. Annem Zekiye Has ise, çok zengin bir ailenin kızıymış. Aslında annem de, babam da "Hacı Ağazâdeler Sülâlesi"nden; yani, bugün Kayseri'de, "Hasağalar" diye anılan aileden geliyor. Babam, amcasının torunuyla hayatını birleştirmiş.
Cumhuriyet'in ilânından sonra, "Soyadı Kanunu" çıkınca, "Hacı Ağazâdeler Sülâlesi"ne mensup aileler, "Hasoğlu" soyadını almış. Kanun çıkmadan önce, bir ara "Olgun" soyadını kullanırdık. Ancak, kanunla birlikte soyadımız, kütüğe "Hasoğlu" diye yazıldı. Ama kamuoyunda soyadımız, "Has" olarak bilinir. Bilindiği gibi, Harp Yılları'nda Adana ve çevresi Fransız işgâli altında imiş. Dolayısıyla, Orta Anadolu'dan, Çukurova'ya ticaret için gidenlerin tekrar memlekete dönmesi mümkün olmayabilirmiş. Zaten, erkeklerin büyük çoğunluğu silah altına alındığından, evleri yaşlı erkekler bekliyormuş. Fakat, Cumhuriyet'in ilânıyla birlikte, hayat normale dönmeye başlamış. Orta Anadolu'nun insanları, ekmek için yollara düşmüş. O tarihlerde zenginlik, Adana ve çevresindeymiş. Kayseri erkekleri de, hayvan sırtında Çukurova'nın yolunu tutmuş.
20. asrın başlarında yokluk ve kıtlık kol geziyormuş. Ama, tasarrufa çok önem veren babam, annemin babası Hacı Ali Ağa ile çalıştığı yıllarda, çok güzel para kazanmış. Onu, çarçur etmemiş, biriktirmiş. Zamanla kendi işini kurmuş. İşte o yıllara "Kaç-kaç dönemi" denilirmiş. Herhalde bu sözle, "Buralardan kaç, zengin yerlere git." mesajı verilmek isteniyormuş. Kayseri erkekleri de, hem para kazanmak, hem de memleketlerinin ihtiyaç maddelerini temin etmek için Adana seferlerine başlamı ş. Gençliğinde kasap çıraklığı ile hayata atılan babam Nuri Ağa da, işte bu Çukurova kervanına katılmış. Adana'ya ulaşınca, önce ufak tefek halı ticaretine girişmiş, daha sonra ticaretin her çeşidini denemeye yönelmiş. 40'lı 50'li yıllarda ise, Türkiye'nin sayılı zenginleri arasına girmiş.
Adanalılar, ticareti Kayserililer'den öğrenmiş. Kayserililer daha sonra sanayici olmuş. Adana'da zenginliği yakalayan Kayserililer'den rahmetli babamı n yanı sıra Nuh Naci Yazgan, Mustafa Özgür ve Hacı Ömer Sabancı kısa zamanda büyük servete ulaşmış ve ekonomiyi canlandı rmak için hatırı sayılır yatırımlar yapmış. şimdi sırası gelmişken, ilkokul yıllarına ait bir güzel hâtıramı burada nakledeyim. Biz, Gazi İlkokulu'nun son sınıfında öğrenci idik. Yani, sene 1933. Atatürk, Adana'ya geldi. Biz öğrencileri, topluca şehrin en mûtena yerindeki Atatürk Parkı'na götürdüler. Hepimiz pırıl pırıl giyinmiştik. Daha dün gibi hatırlıyorum, çok heyecanlıydık. Atatürk, bizim bulunduğumuz yere geldi, hepimizi selâmladı, "Nasılsınız çocukları" diye sordu. Biz de "Sağol." çektik. Çok şık giyinmişti. O büyük insanı ilk ve son defa orada gördüm.
Henüz 11 yaşındaydım. İlkokulu zorlanmadan bitirmiştim ama, kitaplara ve okumaya karşı fazla bir ilgim yoktu. Serde Kayserililik var ya; bir an önce iş hayatına atılıp, zengin olmak istiyordum. Fakat bu düşüncemi, babama açmam mümkün değildi. Çünkü, kendisi okuma-yazma bilmemenin acı ve sıkıntısını çekiyor, bunu her vesile ile bizlere hissettiriyordu.
BABAMDAN, MEYDAN DAYAĞI Babamın tüm yazışmalarını, işyerindeki Kâtip Efendi yerine getirirdi. O, çok güvenilir bir kişi idi. Kâtip Efendi'nin aynı zamanda muhasebecilik görevi de vardı. Düşünebiliyor musunuz; 20. asrın ortaları na doğru Adana'nın en zenginleri arasına dahil olan babamız Nuri Has, gazetesini dahi okuyamı yor, yanında çalıştırdığı Kâtip Efendi'yi adeta bilgisayar, hatta televizyon gibi kullanıyordu. Yani, Kâtip Efendi okursa, babam dünya haberlerini öğ- reniyordu. Babamın okur-yazar olmadığını pek kimse anlamazdı. Kendisi bir kâğıdı imzalayacağı zaman, "Parker" marka altın dolma kalemini cebinden çı- karır ve büyük bir dikkatle evrâkın üzerine üç çizik atardı. İşte bu, Nuri Has'ın imzası idi. Babam, aynı zamanda yelek cebinde ve masasının çekmecesinde birer mühür de bulundurur, duruma göre, kâh imza atar, kâh mühür basardı. İlkokulu bitirdikten sonra, 1933 yılının sonbaharı nda, gönülsüz bir şekilde Adana Ticaret Lisesi'nin orta kısmına kayıt oldum. Birinci sınıfı kör-topal geçtim. İkinci sınıfa gelince, tökezlemeye başladı m. İlk yarı yıl karnesini aldım. Manzara hiç de iyi değildi. Kırık notlarımı, babamdan sakladım. Ama bir süre sonra okulumuzu ziyaret eden babam, bu durumu öğrenmiş. O gün eve, barut fıçısı gibi gelmi şti. Beni, önce sorguladı, sonra esaslı bir meydan dayağı çekti. Doğrusu hak etmiştim. Bu dayak faslından sonra, Adana'daki öğrenimimi noktalayıp, İstanbul'a gönderilmem gündeme geldi. Çünkü, benden önce Mahmut ağabeyim de İstanbul'daki Boğaziçi Lisesi'ne gitmişti.
YAHUDİLER, KAYSERİ'DE NİÇİN BARINAMIYOR KAYSERİ'DE yerli halkın kökeni, Selçuklu Türkleri'ne kadar dayanıyor. Bu toprakların eski sâkinleri arasında, Selçuklular'dan önce Rumlar ve Ermeniler de varmış. Ama, Yahudiler her nedense burada hiç barınamamış. Tarih kayıtlarında, Yahudiler'in, Kayseri'yi mesken tuttuklarına dair tek satır yok. Ekmeğini ticaretten çıkaran Yahudi ile, aynı yolun yolcusu Kayserili'nin aynı ortamda birlikte barınması herhalde mümkün olmamış. Bizim atalarımız, Orta Asya'dan Kayseri'ye halıcılığı getirmiş ama; pastırma ve sucuk imalâtı nı gayrimüslimlerden öğrenmiş. Asırlardan beri, bu üç madde Kayseri'nin "alâmet-i fârika"sı, yani sembolü olmuş. Memleketimizde halı dokuma işi, hem Türkler, hem de Ermeniler tarafından çok önemsenmiş. Geçen zaman içerisinde, yörede çok değerli halılar dokunmuş. Yerli halk, bunun ticaretini yaparak güzel para kazanmış. Evlerdeki genç kızlar ve kadınlar, halı dokuyarak aile bütçesine katkıda bulunmuş. Halı işliklerinde çalışan erkekler ise, evlerinin geçimini temin etmiş. Kısacası halı işi, Kayserili'nin "ekmek teknesi" olmuş. Bizim ailemiz de, ekmeğini önce halıda aramış, sonra ticaret ve sanayiye yönelmiş.
Kadir Has'tan hayat dersleri *Mutlu yaşamanın yollarını, fırsatı kaçırdıktan sonra ararsanız, yaya kalırsınız.
*Hayattan niçin korkuyorsunuzş Bu tavrınız, gelmesini düşündüğünüz bir kötülüğü bekleme halidir. İyilikler düşünün, iyi yaşayın.
*Ticarhayatta, hesabınız-kitabınız düzgün olsun. Siz, siz olun; hayâli para ile yatırım yapmayın. Bir de şunu unutmayın: Faiz, tatil yapmaz.
|