Ne yolculuk ama!
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı dün "Resmi Nevruz töreni"nde, "Ergenekon'a inananlar kadar", başka efsaneleri olanları da kastederek herhalde, galiba "Newroz"u idrak eden vatandaşlarını da kutlayarak... "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine" dedi. Mısralarıyla Nazım Hikmet'in adını anarak.
"Davet"in üstünü ve altını okusaydı Başbakan; "Bu hasret bizim" diye bitirecekti. Ve öncesinde şunları da diyecekti: "Dört nala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın yok edin insanın insana kulluğunu bu davet bizim. Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim." Diyecekti ve daha oturaklı, daha sağlam ama daha belalı olacaktı. Bir 60, 70 yıl önce deseydi misal, neler olacaktı. Hatta bir 50, bir 40, belki 30 yıl bile. Bilhassa, "Yok edin insanın insana kulluğunu" kısmı.
"Ben hürriyeti kulluğa satmam" Mevlana'sının topraklarında, "insanın insana kulluk" meselesi hep yakıcı olmuş, tartışan hep "yıkıcı" bulunmuştur zaten. Padişahlık adı üstünde de; Cumhuriyet öyle olmayacağını vaat etmişti. Ve bakın, "Sultanili, Bahriyeli, İstanbul işgalinde Anadolu hareketine kaçmış, Ankara Hükümeti Bolu öğretmeni, Sosyalist Şair Nazım" o davetin, o hasretin bedelini; memleketinde, cennetinin cehenneminde nasıl ödedi: 1925'de 15 yıl kürek cezası. Yurtdışına kaçış. 1926'da ceza kanunuyla kürek cezasının ortadan kalkışı. Her şiir, her kitap, her oyun için davalar. Günlük, aylık, yıllık hapis, para cezaları. 1933'de idam talebi, dört yıl hapis. 1934'te af. Gizli örgüt davaları. Aklanmalar. Tehditler. 1938'de "Askeri öğrencileri isyana teşvik" suçlamalarıyla, Harp Okulu Askeri Mahkemesi'nde 15 yıl, Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde 20 yıl hapis cezası. İndirimlerle toplam 28 yıl 4 ay. Cezaevinde karaciğer, kalp... hastalıklar. 1950 açlık grevi. Affı için kampanyalar, imzalar (Onunla aynı görüşte olmasa da, gazeteci dedemin de imzası) Cezaevinde 13'üncü yılda DP hükümeti affı. Picasso ve Neruda ile, resmin, şiirin, sanatın, muhalifliğin iki büyük ustasıyla paylaştığı "Dünya Barış Konseyi Ödülü". Almaya gidemeyişi. 1951'de oğlunun doğumu... Lakin, askeri okulda okuyup stajyer subayken hastalığı yüzünden ordudan ayrıldığı ve hasta olduğu halde 50 yaşında askere çağrılışı. Ölüm tehditleri. Yurttan kaçış, yurttaşlıktan ihraç! Enfarktüs. Sovyetler'de pek de gönüllü olmayan ikamet. 61 yaş. "Bir kısrak başı gibi uzanan cennet ve cehennemi" nden uzakta bir ölüm. Memleketine, hasretine, "Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni" Vasiyet'ine layık görülmeyen bir mezar.
Bir gün MHP başbuğunun, bir gün AKP'li başbakanın, bir gün belki bir Harbiyelinin ağzından, bir gün resmi Nevruz ateşinde, bir gün gayri resmi Newroz şenliğinde duyabilmek için, "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür... Ve bir orman gibi kardeşçesine" dendiğini, yani en azından söylenebildiğini işitmek için, ne uzun, ne amansız, ne acı bir yolculuk. Çok mu zordu bunu demek ve dinlemek. Sevilmese de, öyle düşünülmese de, yazana, diyene, okuyana, söyleyene zulmetmemek? Çok mu zordu; bir açıdan dinlerin, mezheplerin, Mevlana'nın en azından dilediği "kardeşlik"; "laik Cumhuriyet"in, "zümre egemenliğine, imtiyaza, ayrımcılığa karşı Anayasa"nın en azından lafta vaat ettiği "insanın insana kulluğuna son"u hakikaten dert edinmek. Çok mu zordur; tekliğine, hürriyetine, boyun eğmemeye ve eğdirmemeye titizlenirken bir yandan, bir yandan da ötekini kardeş sayabilmek, dayanışmayı insanlık bilebilmek, doğal farklılıklara da, zihnin ve kalbin farklı yolculuklarına da, hoşgörü bir yana, tahammül edebilmek! Şart mıydı hep "ümidin düşmanı olmak, sevgilim"! Şimdi özelleştirseler de "eserler"i; o hürriyet ve bu külliyat da bizim.
|