|
|
|
|
|
'Üniversitemize mühür bile vurdular'
"40 yıl çalıştım. Çok güzel para kazandım. Yüksek vergi ödedim. Ama, maddzenginliğin yanı sıra, manevzenginlik arıyordum. Ona ulaşabilmenin tek yolu vardı; hayır işlerine başlamak..."
GENÇLİK yıllarımda, rahmetli babam, memleketimiz Kayseri ile, yaşadığımız Adana şehirlerinde muhtelif hayır işleri yapıyordu. Kendisi, okul yüzü görmediği için, eğitime çok önem verdiğini sürekli anlatıyor; "Bir okul yaptırmak, bin kişiyi hapishaneye düşmekten kurtarır." diyordu. Bizler ise, bunu, masal gibi dinliyorduk. Babam, hayır işleri yaparken, zaman zaman bizleri çok şaşırtıyordu. Bir bakıyorsunuz, Kayseri'de "umumi tuvalet" yaptırıyor; bir bakıyorsunuz, "şehir içme suyu şebekesinin yenilenmesi" için bağışta bulunuyordu.
Hiç unutmuyorum; babam, Kayseri şehir merkezindeki çeşitli yerlere tuvalet yaptırma fikrini açtığı zaman, kendisine muhalefet etmiştim. Çünkü, o tarihte yaşım çok gençti, değer yargılarım da farklıydı. Tuvalet yaptırmanın anlamsız bir iş olacağını düşünüyordum. Hele hele, yapılacak olan tuvaletin duvarına, "Bu tuvalet, Nuri Has'ın bağışlarıyla yaptırılmıştır." şeklinde bir tabelânın asılmasını ise, aslâ tasvip etmiyordum.
Babam, gösterdiğim tepki üzerine, şunları söylemişti: "Oğlum, belki sana garip gelecek ama; tuvalet yaptırmak, çok sevaptır. Bunun önemini, bugün kavrayamamış olabilirsin.
BABAMIN YAPTIĞI HAYIR İŞLERİ Çünkü, konuşmandan anlıyorum ki; 'Umumi tuvalete ne gerek var' diyorsun. Sen onu, bana değil de, sokakta, tuvalet ihtiyacı çekene sor." Rahmetli babam, 30'lu yıllarda, yani bundan yaklaşık 60-70 yıl önce Adana'da "Zekiye - Nuri Has İlkokulu"nu inşa ettirmiş. Bu arada, ortaklarıyla beraber, bir de "MillMensucat İlkokulu" adıyla bir başka eğitim kurumunu, Adana şehrinde MillEğitim'in hizmetine vermiş.
Babamın, Kayseri'ye bağışları ise, 40'lı yıllarda başlamış. Önce, "Şadırvanlı Çeşme" ile, "Nuri Has Camii"ni yaptırmış; ardından da "Seyyid Burhanettin Türbesi"nin restorasyonu ile, şehir içme suyu şebekesinin inşasını ve umumi tuvaletlerin yapımını gerçekleştirmiş. 1958 yılında da "Nuri Zekiye Has İlkokulu"nu inşa ettirmiş.
İşte, böyle bir aile ortamında yetiştim. Sonuçta, ben de babamı model alıp, genç yaşta hayır işlerine başladım.
Uzun çalışma hayatım süresince, maddi zenginliğe ulaştım; yani, varlıkla ölçülen zenginli- ğe... Ama, bu arada, manevzenginlik arıyordum. Ona ulaşabilmenin bence tek yolu vardı; o da, babamı örnek alıp, hayır işleri yapmak...
Bir gün eşim Rezan'a dedim ki; "Bak hanım, Allah'a şükürler olsun, hayatta, beklediğimiz maddrefaha fazlasıyla ulaştık. Gönlümüzce ya- şadık. Kimseye muhtaç olmadık. Yüz kızartıcı bir işin içinde bulunmadık. Bu yalancı dünyadan edindiğimiz serveti, artık milletimizle paylaşma zamanı geldi. Şimdi bir vakıf kuralım; bu serveti de, vakfa verelim. Vakıf, hayır işlerini sürdürsün. Çünkü bu işleri, bizden sonra yürütecek bir ferde sahip değiliz." Eşim, vakıf kurma teklifimi olumlu karşıladı. Bu konu için hukukçularımız çalışmaya başladı; ardından da "Kadir Has Vakfı" kuruldu. Artık, kafamız rahattı.
Bugün 80 yaşındayım. Geriye dönüp, şöyle bir baktığım zaman; hayatta yapmış olduğum en iyi işin, "hayır işi" olduğu sonucuna varıyorum. Ticarhayatta edindiğim serveti, hayır işlerine harcama durumuna geldiğim için, kendimi, târifi imkânsız bahtiyar bir insan olarak telâkki ediyorum. Ama, bu hâlimi tarif edecek kelime bulmakta, doğrusu zorlanıyorum.
Gerçekten, hayırseverli- ğin verdiği mutluluğu anlatmak çok güç. Çünkü, bunu anlamak için, hayırsever olmak lâzım. Bir ti- caret erbabı olarak diyorum ki; "Çıkar gözetmeyen iyilik, en yüksek ve en güzel faizi getirir."
DEMİREL'DEN, DESTEK ALDIM Bugün, sayıları 13'e ulaşan eğitim kurumlarında, hep "Kadir Has" imzası vardı. Eğitim alanında yaptığım hizmetleri, bir üniversite kurarakzirveye taşıyıp, noktalamak istiyordum. Bu amaçla, her zamanki gibi, yine akıl hocamız Sayın Demirel'e başvurdum. Kendisinden şu cevabı aldım: "Kadir Bey, bu fikrini çok beğendim. Üniversite kurmak, bugüne kadar yaptığınız hayır işlerinin en önemlisi olacaktır. Yaptığın hayır işleri, belki bir gün unutulabilir. Ama üniver- site kurarsan, tarihe geçersin."
Sayın Demirel, bu sözleriyle beni gerçekten yüreklendirdi. Teşvik edici sözlerini şöyle tamamladı: "Ben de, sizin isminizin ebedşmesini istiyorum. Kurmayı düşündüğünüz üniversiteyi, elbirliğiyle yapacağız."
Süleyman Bey'den aldığım bu destekle kolları sıvayıp, üniversiteyi kurmaya karar verdim.
Rahmetli babamı örnek alarak, 1980'li yıllarda yoğun bir biçimde başlattığım kalıcı hayır işlerini, 1992'de, Kadir Has Üniversitesi'nin resmen kuruluşu ile taçlandırdım.
Üniversite, kağıt üzerinde kurulmuştu. Ama, binaya ihtiyaç vardı. İstanbul'un Selimpaşa Belediyesi, bu iş için bir arsa tahsis etti. Milyonlarca dolar bağışlayarak, binaları yapmaya başladık. Arazi tahsisini yapan Belediye, bir süre sonra Üniversitemiz'in kapısına mühür vurdu. Bu binalar aslında, tapu kayıtlarında Belediye'nin malı olarak görünüyordu. Selimpaşa Belediye Başkanı, bir bürokratik eksiklik nedeniyle, bir Cumhuriyet Üniversitesi'ni, gözünü kırpmadan mühürleyebiliyordu. Bu manzara karşısında, 'Bağış yapmakla, acaba hata mı ettim' diyordum...
Mercedes'de de 'Has' imzası var DÜNYA devi Coca Cola'nın hikâyesini anlatmaya çalışmıştım. O teşebbüsümle daima gurur duyuyorum. Ama gelinen sonuç ne olursa olsun, bu işten kendi rızamla ayrılıp, hisselerimi, kardeşim Kemal'e devrettim. Coca Cola ile evliliğimizi bitirdikten sonra, yeni arayışlara giriştim. Çok kısa bir süre sonra, iş arkadaşlarım, Mercedes'in Türkiye'ye gelmek istediğini söylediler. Ben de, "Bu neyin nesidirş Bir araştırın bakalım." tâlimatı verdim.
MERCEDES PİYANGOSU Bu işi bilen kişilere ve dostlarıma danıştım. Onlardan şu cevabı aldım: "Şimdi duracak sıra mış Derhal koş. Ne yap yap, bu işi al. Sana, büyük bir piyango vurmuş."
Dostlarımdan gelen bu tavsiyelerin hepsi aklıma yatıyordu. Bana bir piyango vurmak üzere olduğunun farkındaydım. Ama, kendimi emniyete alma ihtiyacı hissediyordum. Doğrusu, böyle bir teşebbüse giriştikten sonra, "Ya işlerim kötü gider de, iflas edersemş" endişesi taşıyordum. Zihnen hazırlığımı tamamlamıştım. Şimdi bir tek iş vardı; o da, Mercedes firmasına resmen müracaat etmek. Elime kağıdı kalemi aldım, Almanlar'ın Mercedes firmasına dilekçemi yazdım.
"Bekleyen derviş, muradına ermiş." derler ya; Batı Almanya'dan beklediğim müjdeli haber geldi. Beni, Stuttgart şehrinde toplantıya davet ettiler. Büyük bir sevinçle, davete icabet etmek için yola çıktım. Beraberimde, çalışma arkadaşlarım vardı. Bizleri, havaalanında karşılayıp, şirket merkezine götürdüler. Hemen müzakerelere başladık.
Stuttgart'a giderken çok iyi hazırlık yapmıştım. Mercedes yetkilileri, karşılarında beni ve dosyamı görünce, kararlarını güven duygusu içinde açıkladılar. Evet, Türkiye'de, Mercedes otobüs fabrikasının kurulması faaliyetinde her türlü yetki ile donatılıyordum.
FABRİKAYI KURDUK Almanlar'la, kısa sürede kaynaştık. Çok iyi dost olduk. Onlara, Coca Cola maceramı anlattım. Mercedes'in Yönetim Kurulu Başkanı, beni dikkatle dinledikten sonra, "Herr. Has, Coca Cola'yı devrettiğinize hiç üzülmeyin. Emin olun ki; bu işte Coca Cola'dan çok daha fazla para kazanacaksınız. Çünkü, onu şişe şişe satıyordunuz. Onbinlerce şişeden kazanacağınız parayı, bir otobüsten kazanmanız mümkün." diyordu.
1968'de, Almanlar'dan vizeyi alıp, Mercedes'in, Otomarsan Fabrikası'nı İstanbul'da hayata geçirdik.
|