Bas bas paraları medyaaaaya...
Bi daha mı gelcez Atinaaaaya....
Parayı bastırıp, Türk Bankası'nı satın alan Yunan Bankası var ya... Parayı yine bastırdı. Bu sefer medyaya.
Sabah, Hürriyet, Vatan, Radikal, Milliyet, Referans, Posta, Zaman, Türkiye, Takvim, Bugün, Cumhuriyet, Cnbc-e, Cnntürk, Star, öbür Star, Tempo, Ekonomist ve Anadolu Ajansı... Alayını Atina'ya götürdü.
Neden bunları götürdü? Alkışlamışlardı malum. "Ne iyi oldu" falan diye...
Uçak paralarını ödedi. Otel paralarını ödedi. Minibar paralarını ödedi. Yemek paralarını ödedi. (Sabah hariç. O kendi ödedi.)
Seviyor bu Yunanlılar bizi. Kimsenin elini cebine attırmadı adamlar. Gerçi, bizimkiler de sever bu işleri... Avanta çınar ağacı ver, koltuğunun altına koyup, götürürler.
Tabii bu geziye katılan arkadaşları kastetmiyorum kesinlikle. Onlar "görev" için orada... Sırf sizin için.
Zaten bu yüzden ufak tefek aksaklıkları hiç dert etmediler... Mesela Sabah, Hürriyet ve Radikal temsilcilerini "business class" uçurdu Yunanlılar. Diğerlerini "ekonomi klas." Hiç kimse çıkıp, "ben niye business uçmuyorum" demedi. Kim daha fazla alkışladıysa, o business uçtu. Adaletli bir sınıflandırma oldu.
Neyse... İndiler Venizelos'un kucağına. Havalimanına yani. (Ki, o da Türkiye'yi çok seven bir arkadaştır, özellikle İzmir ve civarına hayrandır...) Yerleştiler otele... 5 yıldızlı. İsmi, Astir Palace. İlk bakışta "hastir" gibi duruyor ama, değil... "Yıldız" demek. E Türk basınının yıldızlarına da yıldız gibi bir otel yakışırdı. Yakıştırdılar... İki gece.
Önce kokteyl mokteyl oldu. Yunan şarabı ikram ettiler. Türkiye'nin Atina Büyükelçisi de vardı kokteylde... "Bu bankanın merkez binasında, Türkleri barbarlar, vahşiler olarak gösteren tablolar var... Türkiye'ye çok bildirdim bu tabloların varlığını, kimseden ses çıkmadı" diye fısıldadı bizim gazetecilerin kulağına. Yani, uyandırmaya çalıştı. Ama bizimkiler yol yorgunuydu. Pek anlamadılar Büyükelçi'nin ne demek istediğini. Zaten Dışişleri takmamış, gazeteci neden sallasın kardeşim... Böyle düşünmüş olabilirler.
Sonra Türk Bankası'nı satın alan Yunan Bankası'nın merkez binasına gittiler. Yunan Bankası'nın Yönetim Kurulu Başkanı, "fincanı taştan oyarlar, parayı verenler düdüğü de çalarlar" içerikli bir konuşma yaptı. Balık yenildi. Üstüne dondurma.
Ve binayı gezdiler. Gezdirdiler daha doğrusu. O tabloları gösterdiler. Gözlerine soktular daha doğrusu.
Genellikle aynı konular resmedilmişti... Türk askeri, zavallı Yunanlıları öldürüyor... Kadın ve çocukları kılıçtan geçiriyor... Yunan askeri de, barbar Türk askerini eziyor, kafasına falan basıyor. Özelleştirme tablosu... Ekspresyonizm, bir nevi.
Bu tabloları gören arkadaşların hiçbiri "barbarlık" yapıp, "n'oluyo lan burda?" demedi. Kibar davrandılar. Ev sahibine ayıp etmediler. Adam o kadar yedirmiş içirmiş. Tırıs tırıs geri döndüler.
Ve şunu yazdılar dönünce... "50 Yunan şirketi daha geliyor, yaşasın!"
Şimdi diyeceksiniz ki, "sen gitmemişsin, orada olanları nereden biliyorsun?" Sinan'dan biliyorum. Takvim Gazetesi'nin genç Ekonomi Müdürü Sinan Cem Şahin'den... Sinan, hem Yunanistan'dayken telefonla aradı, "böyle bir rezalet var burada" diye... Hem de gelir gelmez gazetesinin manşetine koydu gördüğü rezaleti... Oradan biliyorum.
Bundan sonra "yalnız" bir ekonomi müdürüdür Sinan. Geziye meziye çağırmazlar artık. Ama ne mutlu ki Türk basınına, böyle bir gezi sayesinde, böyle bir gazeteci kazandı.
Ve son not... Bu da benden. Bonus mahiyetinde...
"Satın alan" verdi bu yemeği. Atina'da. Türk basını gitti. Daha önce de "satan" vermişti bir yemek. İstanbul'da. İlaç için bir tane Yunan gazeteci geldi mi? Gelmedi arkadaş, gelmedi.
Çok şey var bu Yunan basınının, Türk basınından öğreneceği...
|