Sağlam kafa!
Memlekette yılda 200 bin kişinin ölüm nedeni kalp ve damar hastalıklarıymış. 200 bin! Ayın 24'ü "Dünya Kalp Günü" idi. Yılda 200 bin ölüme, bir gün hassasiyet iyi gelmiş olmalı. Geçmişin sıtma, verem, veba, kolera gibi "katliamcı" yahut "seri katil" hastalıkları azaldığı, beslenme, korunma, temizlik, tedavi imkanları arttığı için, ekonomi geliştiği ve karmaşıklaştığı ölçüde, kalp ile kanser ölümleri başrole yükselivermiş. Yüzyıllar öncesinin 30'lu yaşlarda tükenen ortalama ömrünün de 70'lere çıktığını ekleyin. Kalp ve damar, biraz da yaşlanmanın hastalığı olmalı. Ama doktorlar da hep ifade ediyor ki, büyük ölçüde "önlenebilir" bir hastalık türü. Önlenemese dahi, o ani, "sürpriz" sanılan ölüm gelmeden belirlendiğinde, yüzde yüz tedavi değil ama, "ona rağmen yaşanabilir" bir hastalık. Bazen bilerek, bazen şansın yardımıyla.
Önceki gün "Türkiye Kardiyoloji Derneği" nden bir profesör TV'de sebepleri, önlemleri sıralıyordu: Tansiyon, sigara, kolesterol, beslenme tarzı, kilo, özellikle bel kalınlığı, hareketsizlik, stres vb. Hakikaten güzel güzel anlatıyordu. Nitekim, derneğin broşürlerle tanıttığı çok özenli www.tkd.org.tr adresli web sitesi de bilgi dolu; her ne kadar "Bu site sadece doktorlar ve sağlık çalışanlarının kullanımı içindir" diye yazmışlar ve bir nebze strese yol açmışlarsa da. TV'deki profesörü radyoda gibi dinlerken, yüzüne bakıverdim. O da ne! Onunla bir hikayem var. Mutlaka mesleğinde iyidir ve çok sayıda kişiye de şifa olmuştur ama, hikayem berbat. Tansiyon, sigara, kolesterol gibi "zararlılar" ı sayarken, misal kendisininki gibi hataları, aymazlıkları, duyarsızlıkları, sorumsuzlukları atlıyor! Mümkündür, her başa gelebilir diye anlatıyorum; yoksa adını verirdim. Sloganı "İyi kalpli bir Türkiye için" olan derneği de temsil eden profesörün "İyi kalp" ten tam neler anladığını bilmiyorum ama; Kendi elleriyle yaptığı anjiyoda tespit ettiği problem dışında, standart görüntülerden başka görüntü almadığı, kuşkulu bir bölgeye yoğunlaşmadığı, sonraki hastayı almak üzere seri üretim tezgahı gibi hareket ettiği için diğer problemli damarlarımı atlamıştı. "Sözde tedavi" den iki ay sonraki bir krizimsi üzerine başka yerde yapılan ikinci anjiyoyla ortaya çıktı; iki anjiyonun kayıtlarını inceleyen her doktor da belirledi. Ve ne tuhaf ki, kendisinin yaptığı müdahaleden sonraki birinci ay kontrolüne de zahmet etmemiş, asistanı vasıtasıyla "Her şey yolunda" demişti. Hadi hepsi olur diyelim, ama daha da tuhafı, ben "Her şey yolunda" zannederken diğer damarların tuzağında bilmeden ölümle pazarlık haline girdikten sonra da, arazi olmuş, ne bir utanç, ne bir özür, ne de kendi tezinde bir ısrar lütfetmişti. Yani, kendisine güvenip tedavi olduğunu zannederek, üstelik tüm tedbirlere de harfiyen uyduğu halde birkaç ay sonra pekala "anide" ölebilecek bir hastanın vicdan azabını, utancını dahi taşımamıştı. Bir telefon ahizesinde bile. TV'de kocaman kocaman laflar ettiğini görmeseydim, tepkim depreşmezdi belki. Ama onca titiz, sorumlu, canını dişine takmış, bilgili, görgülü, duyarlı, kuşkulu değil kuşkucu doktor ve tıp insanının hakkını teslim edebilmek için, biraz da "Siz siz olun" diyebilmek için vesile oldu.
Bu tür deneyimler şunu da öğretiyor insana. "Kamu sağlığı" hakikaten vatandaşta bilgi ve bilinç seferberliğini gerektiriyor. Onun dışında, sağlığın hep "kamusal" bir sorumluluk olduğunun da siyaset, devlet ve tababet tarafından unutulmaması şart. Salt imkanları olanlara dönük ve şöhret ile ticaret gölgesinde bir sağlık kafasının "iyi kalpli Türkiye" ile ilgisi yok. Bazen sağlam vücut için de sağlam kafa gerekli ve; Sağlam kafa sağlam vicdanda bulunur!
|