| |
Tarih kendisini unutanları acaba affeder mi?
Bir ülkede kurumlar varlık sebeplerini sadece tehditlere ve tehlikelere dayarlarsa, tehdit ve tehlikelerin azaldığı hatta yok olduğu dönemlerde, o kurumların varlıkları da tartışılmaya başlanır. Hatta bazıları, varlık sebeplerini sürdürmek için, bizzat kendileri tehdit ve tehlike üretmeye başlarlar. Bir ülkenin ordusu, adliyesi, polisi, eğitim kurumları, yasama organları sadece savaş hali veya iç-dış tehditler nedeniyle var olmaz. Barış ve istikrar dönemlerinde de tüm kurumların işlevi vardır. Bunların başında da istikrarı ve güven ortamını sürdürmek, hukukun üstün olduğu anayasal düzeni korumak ve ülkede gelişmenin önünü açmak ortak görevi gelir. Ayrıca sade Türkiye için değil, tüm dünya için de tehdit ve tehlikeler, değişen zamana ve koşullara dayalı olarak nitelik değiştirirler. Bunların birbirleri ile karşılaştırılması ve "En tehlikeli tehdit şimdikidir" şeklinde yargılara varılması pek anlamlı değildir.
BARBAROS HAREKÂTI Örneğin düşünün 1940'lı 2'nci Dünya Savaşı yıllarını. Önce Alman orduları Trakya sınırına dayanıyor. Sınırı geçmeleri an meselesi. Ülkede yaşı tutan erkekler askere alınmış, Topkapı hazineleri Anadolu'ya taşınmış. İçeride Alman işgali halinde kimlerin Quisling rolü oynayacakları biliniyor. Alman Büyükelçisi Von Papen, bir kısım medyayla içlidışlı olmuş. Derken bir mucize oluyor ve Hitler hedefi değiştirip Barbaros Harekatı ile Sovyetler'e saldırıyor. Nefes alıyoruz ama savaşı Müttefikler kazanınca da, Stalin Türkiye'nin Nazi Almanyası ile ilişkileri yüzünden cezalandırılmasını istiyor. Boğazlar konusu Yalta ve Potsdam'da konuşuluyor. Türkiye'ye ilk nota ABD'den, sonra İngiltere'den geliyor. Moskova'da Kars ve Ardahan konusunda iddialar seslendiriliyor. Bir mucize daha geliyor ardından. Çekoslovakya ve Polonya'daki Sovyet darbeleri sonucu "Soğuk Savaş" patlıyor. Churchill Fulton'da "Baltık' tan Adriyatik' e Demir Perde indi" diyor. ABD'nin Missouri zırhlısı, Büyükelçi Münir Ertegün'ün cenazesini İstanbul'a getiriyor. 1947 Şubatında "Truman Doktrini" ilan ediliyor ve Türkiye, Yunanistan'la birlikte "Batı İttifakı" na alınıyor. Türkiye'ye "Çok partili demokrasi" işte o konjonktürde geldi. O dönemden beridir de demokrasi Türkiye'nin, "Batı" ile ortak değeridir. Türkiye hem Avrupa Konseyi gibi siyasal, hem de NATO gibi askeri örgütlere demokrasi sayesinde girmiştir. Bugün eski Komünist Doğu Avrupa ülkeleri bir "Demokrasi Projesi" olan AB'ye girerken, Türkiye'nin demokrasiyi tartışması düşünülebilir mi?
JOHNSON MEKTUBU Şimdi düşünün bir... 2006'da "Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bugüne kadar hiçbir zaman bu kadar farklı iç ve dış tehditlerle aynı anda karşı karşıya gelmemiştir" derseniz, tarihin bu çok yakın bir dönemini görmezden gelmiş olmaz mısınız? Ya da 196465 yıllarında, "Johnson Mektubu" na dayanan Kıbrıs'a ilişkin gelişmeleri hatırlayın. ABD Başkanı hem "Size verdiğimiz silahları kullanamazsınız" diyor, hem de "Kıbrıs yüzünden Sovyetlerle sizi baş başa bırakırız" diye tehdit ediyor Türkiye'yi. Veya 1980'lere dayanan dönemi hatırlayın. İran'a Humeyni gelmiş, Sovyetler Afganistan'a girmiş. Türkiye'de sağ ve solun kurtarılmış bölgeleri, şehirleri var. İnsanlar bir yanda şeriat, bir yandan komünizm gelirse endişesi içinde... Ekonomi iflas etmiş. Gücü olanlar ABD'den Green Card almaya çalışıyor.
BUGÜNÜN KIYMETİ Her konuşmaları ile tehdit ve tehlikelerin altını çizerek, kriz kazanının ateşini istemeden de olsa körükleyenler, "Türkiye' nin bugünü" nün kıymetini bilmelidir. Tabii ki Türkiye için de dünya için de tehdit ve tehlikelerin niteliği de, boyutu da değişti. Şimdi terörizmin getirdiği asimetrik tehdit, "Nükleer dehşet dengesi" nin yerine geçti dünyada. Ayrıca özellikle Irak merkezli Ortadoğu krizi, bölgedeki bir "Geçiş dönemi" nin habercisi. Yani haritalar değişebilir. Burada Türkiye'de tüm kurumlara düşen görev, içeride istikrarı ve güven ortamını korumak, Anayasal demokrasiye sahip çıkmak ve "Rejim krizleri üretimi" nden uzak durmaktır. Sosyopolitik gelişmenin de, ekonomik gelişmişliğin de, istikrarın da geleceğe dönük güvencesinin AB ile kaynaşmak olduğunu da her sorumlu kişi bilmelidir. Ayrıca hepimiz bilelim ki, tarih bazıları tarafından unutulsa bile, aynı tarih kimseyi affetmez.
|