Orospu kentler...
Hayallerimdeki Cezayir, Albert Camus'nün Cezayir'iydi. Kısa ömrü boyunca tuttuğu defterlerin ilk cildinde, bölük pörçük, kısa cümlelerle tasvir ettiği Cezayir, benim de Cezayir'im olmuştu: "Cezayir'de yaz... Yeşil gökyüzündeki şu kara kuş demeti kimin için? Kör ve sağır yaz içe işliyor, keçisağan kuşlarının çağrılarına ve gazete satıcılarının bağırmalarına çok daha arı bir anlam yüklüyor." Camus, bunları 1938 Haziran'ında yazar... 25 yaşındadır... Başka bir yerde şu satırlar: "Cezayir, hem ölçülü hem de ölçüsüz ülke. Genel görünümünde ölçülü, ışığında ölçüsüz." "Güneşle dolu bu sabah: Sıcak ve kadınlarla dolu sokaklar."
***
Camus'nün çok genç yaşlardaki kırık dökük Cezayir'i, yine Cezayir doğumlu Marie Cardinal'in Aşk... Aşklar adlı kitabında coşarak akar: "Kent, ayrıntılarına bakınca çirkin sayılabilecek ama tümüyle güzel görünen bazı insanlar gibi çok güzeldi. Güzel olan bütünlüktü, bir amfiteatr gibi basamak basamak yükselen arazisi, denizle kucaklaşan, yay gibi bükülüp uzanan bedeni. Onda liman kentlerinin güzelliği vardı, hem de liman kentlerinin pisliği ve kokusu. Akdeniz'deki liman kentleri, meni ve tefarikotu kokan orospu kentlerdir. Bu kentlerin hepsi, şehvetli fatihleri ve korsanları konuk etmişlerdir. Âşıkları öldü, onlar yaşıyor..."
***
Bunlar ve niceleri, benim ödünç aldığım Cezayir'imdi...
***
Marie Cardinal'in 'öldüğünü' söylediği 'âşıkları' gibi baktım bu kente... Sabah baktım, öğle üzeri baktım, öğleyin baktım, öğleden sonra baktım, gece baktım, sabaha karşı yine baktım... Orospu bir kent miydi? Meni ve tefarikotu mu kokuyordu? Güzel miydi?
***
Sorularımın hiçbirine cevap alamadım.... Cezayir kenti herhalde âşıkları öldükten sonra zaman içinde sağırlaşıp dilsizleşmişti... Güzelliğini de yitirmiş gibiydi... Belirgin özelliği ise depresif olmasıydı...
***
İnsanlar gibi kentleri de biraz da âşıkları tanımlar... Âşıkları ölen bir kent de biraz ölür... Cezayir'in başına da galiba bu felaket gelmişti...
***
Cezayir'i tanımlamak mümkün mü? Her anına baktığım bu kentten bir başrol çıkar mı? Varlığının tümünü petrol ve doğalgaza bağlamış, kimliğini ve kişiliğini özenli bir resme yerleştirememiş, kaosun cazibesinden uzak, sıkıcı bir karmaşaya teslim olmuş... Günün her saatinde ne içini ne de üzerini açmayan soluk benizli bir eski hasta gibi... Üstelik artık kendi kendini de tanıyamadığı için depresif... Enerjisiz ve asabi...
***
Yanılmayı istediğim için, kentin tepesindeki konuk evinin penceresinden olmadık zamanlarda kente göz atıyorum... Gizlediği farklı bir yüzü, bir anlığına yakalama arzum karşılıksız kalıyor... Cezayir artık orospu bir liman kenti değil... Solgun bir yerleşim mıntıkası... Bazen böyle olur... Gerçek, insanı çarpar... Galiba bu da öyle... O nedenle, kitaplara geri dönüyorum... Benim Cezayir'im o sayfalarda yatıyor: "Yeşil gökyüzündeki şu kara kuş demeti kimin için?"
|