Geniş kalçalı aktör develer
Geçenlerde SABAH'ın sütunlarında, 'Turistler Develeri Sevdi' diye bir haber, altında da süslü püslü, kasıntı bir devenin fotoğrafı vardı. Hemen buruşturup attım gazeteyi. Turistler develeri seve dursunlar, benim 1984 yılından beri, develerle perim hiç uyuşmaz. Nerede bir deveye rastgelsem, salaklığımın resmi belgesini görmüş gibi olurum. Neden mi? Şundan: Yıl 1984. Mevsim yaz başı. Ürgüp- Göreme çevresinde Danimarkalılarla film çekiyoruz. Marangoz, terzi, figüran gibi geçici elemanların dışında, Danimarka'dan gelen Metronome Film ekibinde sadece üç Türk çalışıyor. İkisi yönetmen yardımcısı, üçüncüsü de yapımcı yardımcısı olarak, ben. Yapımcı dedikse, parayı basan anlamına değil de, prodüksüyonu hazırlayan anlamına. Bilmeyenlerin bilgisine sunayım, film işlerinde her şey yapımcıdan sorulur. Osmanlı'nın lağımcı taburu gibidir yapımcılar. Bütün ön hazırlıkları onlar yapar, setten de herkesin ödemesini yaptıktan, dekorları, aksesuarları, tüm emanetleri güvenceye aldıktan sonra, en son onlar ayrılırlar. Bizim yapımcımız Danimarkalı olup, Türkçe bilmediğinden, otelin barında sabahtan akşama dek demlenirken, her şey ister istemez benden soruluyor. 24 saat rüzgâr hızıyla dört bir yana koşuşturuyorum. Yönetmen deve bulmamı istedi. Soruşturdum, civarda deve yokmuş. Urfa yakınlarında bir deveci bulundu. Üç devesiyle birlikte geldi. Devecinin yatacağı yeri ayarlamışım ama, develerin yatak odası sorunu aklıma hiç gelmemiş. Develer otelin avlusunda kalakaldılar. Zar zor en yakın köyde bir ahır bulduk. Sahibi çaresizliğimi görünce, ahırı ancak beher gecesi otel odası fiyatına kiralamaya razı oldu. Bir iki gece için istediği parayı sineye çektim, ahırdan eşekleri çıkarttık, soktuk develeri içeri. Ertesi sabah deveci karşıma dikilmiş saman parası istiyor. Verdim.
ÜÇ HAFTADIR AHIRDALAR İki gün sonra deveci yine geldi, saman parasını aldı. Develer ve deveci için Allah'ın günü yüklü bir ücret, artı ahır, artı saman parası ödemeye başladım. Yönetmen bir türlü develerin rol alacağı sahneyi çekmiyor. Yalvarıyorum, şu develeri çeksin de bırakalım gitsinler. Ne var ki yönetmen inatçı olduğu kadar da beceriksiz bir genç kadın. Hiç tanımadığı ülkeye uyum sağlayamadığı gibi, çalışma arkadaşlarıyla da başı dertte. Kameraman, doğru ışığı yakalayabilmek için, gün oluyor sabahın altısında kalkıp, açık havadaki sete çıkıyor. Saat ikide, Danimarkalılar, sekiz saat çalıştık diye paydos ediyorlar. Koca bir gün boşu boşuna, hiç çalışma yapılmadan aylak aylak geçiyor. Canını sevdiğim Türk yönetmenlerin üç günde çekeceği planlar, üç haftaya yayılıyor. Bu arada develer üç haftadır ahırda, suratlarında alaycı bir ifade, samanlarını yiye yiye yan gelmiş yatmaktalar. Deveci derseniz, o da ortalıkta yarı çıplak dolaşan İsveçli, Danimarkalı oyuncu kızların arasında gözüne güneş gözlüklerini geçirmiş, sevaba girmekte. Bir ara "Acaba deveci, develerin sahne almasını önlemek için büyü filan mı, yaptırıyor?" diye düşünmedim değil. Bu arada bize iş yapan köylülerin büyük bir çoğunluğu, türlü yolları deneyerek, önlerine çıkan besili kazı yolmakla meşguller. Türk kafası ya, uzun menzilli bakamayıp acil kâr bekliyor ve bindikleri dalı kesiyorlar. Nitekim, Tanrı tarafından tasarlanmış doğal bir film setine benzettikleri muhteşem ülkemize, Danimarkalılar film çekmek için bir daha adım atmadılar. Neyse, sonunda nihayet develere sıra geldi. Seti kurduk bekliyoruz, ne gelen var ne giden. Yönetmen asabileşiyor. Arabama atlayıp ahıra koşturdum. Gördüğüm manzara anlatılır gibi değil. Bir ay önce rahatça ahıra giren hayvanların karınları davul gibi şişmiş, kalçaları genişlemiş, bir türlü ahırın kapısından dışarı çıkamıyorlar. Birinci deve kapıya sıkışıp kalmış. Yönetmen sette ışığın açısını kaçırmakta olduğu için saçını başını yoluyor. Ahır kapısını yıktırmaktan başka çare kalmadığından, hiç hesapta olmayan bu masraflar için ben de saçımı başımı yolmaktayım.
YOKSA HAMİLELER Mİ? Saf saf soruyorum, "Nesi var bu develerin, hamile olmasınlar?" Köylüler gülmekten katılıyor. Aralarından insaf sahibi biri çıkıp, "Fazla beslenmiş bunlar abla," diyor, " Ne sıklıkla saman yedirdin sen bunlara?" "Gün aşırı," diyorum. Köylüler bu kez gülmekten yerlere düşüyorlar. "Komik bir durum mu var?" Varmış. Komik durum bizzat benmişim. Meğer deve denen hayvan, yemeğini midesinde çok uzun müddet saklama yeteneğine sahipmiş. En azından altı aylık, belki de birkaç yıllık samanı hayvanların karnına depolayan deveciyi arıyorum harıl harıl. Toz olmuş. Ahır kapısını yıktırıp, develeri zar zor çıkartıyoruz. O kadar şişmanlar ki, yürüyecek halleri yok, nerde kalmış yönetmenin emrine uyup koşmaları. İşte o gün bu gündür ne zaman bir deve görsem, gözümün önüne katıla katıla gülen köylüler gelir, bir de bütçedeki deve açığını nasıl kapatacağını bilemeyen bir salak.
|