|
|
|
|
|
Kahvenin kaç yıl hatırı olur?
|
|
Kahve bütün dünyada yükselen bir değer. Yıllık tüketimini beş binden, 10 bin tona çıkaran Türkiye'nin de Türk kahvesini yeniden keşfettiğini bu bağlamda söylemek mümkün.
Geçen hafta anlattığımız sergiyi hatırlayacaksınız. Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi tarafından Bankalar Caddesi'ndeki binada açılan sergi. Türkiye'deki 'Hayat Tarzlarını' konu ediniyor: Son 25 yıllık aralıkta neler olup bittiğini M. Ahıska ve Z. Yenal küratörlüğünde, Bülent Erkmen tasarımı ile izlemiştik. Kendinizi 'pop kültür öğeleri ile bezeli bir zaman tünelinde' dolaşıyor gibi hissedeceğiniz bir sergi bu. Alt başlıklardan birisi de 'Uluslararası Kahveler.' Sık sık sorguladığımız hoyrat dönüşüm / dinamik değişim, özellikle son çeyrek yüzyılda Türk toplumunu bir vasat tercihler platformuna çekmişti. Ama her konuda! Malum sergi kahve konusunda da hangi yoldan geçtiğimize bakıyor. Yolu kısaca özetlemek gerekirse önce 'Türk kahvesi' diye bildiğimiz kahveden vazgeçiliyor. Sonra 'nescafe' diye adlandırılan hazır kahvelerin 10 yılı başlıyor. Arkadan, son 10 yıl içinde ise bir 'espresso' furyası yaşıyoruz. İşte kahvenin öyküsü: "1984 yılında Türkiye nescafe ile tanışırken hem 'Bir fincan nefis kahveyi yarım dakikada nasıl yaparsınız?' sorusunun cevabını öğreniyor hem de 'dünyanın tadını yudumlama' şansını yakalıyordu. Bundan birkaç yıl sonra Jacobs'un reklam sloganı da benzer global çağrışımlar içeriyor: 'Damağınıza güvenin', 'Konuklarınıza Avrupa'yı ikram edin...' Dünyaca meşhur 'instant' ya da 'hazır' kahve markalarının Türkiye'de boy göstermesiyle bakkalda, markette bulunabilir kahve çeşitleri yavaş yavaş arttı. Belki de bu yüzden, yıllardır bilinen, 40 yıllık hatırı olan bir fincan kahve de artık 'Türk kahvesi' diye anılmaya başladı.'' Şimdi soralım: Şaşırmıyor musunuz? İstanbul'da lokantaya gitmişsiniz. Sıra kahveye geliyor! Ne içeceğimiz soruluyor. "Sade'' diyorsunuz! "Yani Türk kahvesi," diye teyid aranıyor!
ESPRESSO'YU GEÇTİK Geçtiğimiz hafta içinde Özdemir Ayer aradı. Özdemir Bey sadece dikkatli bir okuyucu değil. Aynı zamanda Türkiye'nin kahve konusunda en çok bilinen kurumundan! Kurukahveci Mehmet Efendi adına konuşuyor. Verdiği bilgilerin bir kısmı bizim de izlediğimiz konulardan. Bakın neler anlatıyor; "Kurukahveci Mehmet Efendi olarak yurtdışı satışımız 100 bin kiloyu aştı. Türkiye 1955-1960 ve 1977- 1982 yılları arasında döviz yokluğundan ötürü toplam 27 yıl içinde 10 yıl kahvesiz kaldı. 1982'de başlayan ithalat ile iki bin ton, 1990'da beş bin tona ulaştı. 2005 yılı Türk kahvesi tüketimi 10 bin tondur. Tüketim artmaktadır.'' Şimdi bu anlatılanlar çoğumuz için sürpriz olmalı. Neden, çünkü genel bir kabul şu değil mi? "Türk Kahvesi içme alışkanlığı geri gidiyor gün be gün azalıyor!'' Ve şimdi resmin öyle olmadığını anlıyoruz. Hatta sizinle daha da şaşırtıcı bir bilgiyi paylaşmalıyız. Yine Ayer'in kaleminden: "Filtre ve espresso ithalatı yıllık 650 tonda kalmıştır." Nasıl, biz çevremiz espresso ile kuşatıldı sanırken, halin hiç de öyle olmadığı anlaşılmıyor mu? Bir kere serginin atladığı bir ekonomik veriyi ortaya atıyor Özdemir Bey. Hesaba göre son çeyrek yüzyılın neredeyse dörtte birini kahvesiz geçirmişiz. Emin olun, bu süre kısa ve orta vadede fevkalade belirleyici olabilecek bir veri. Niye mi? Şöyle düşünün. O döneme rastlayan, 25 yaşında olup da bunun 16 ile 25 arasına rastlayan, davranış ve tercihler açısından en belirleyici sekiz yılını Türk kahvesinden bihaber geçiren bir orta yaş grubu var karşımızda. Dolayısıyla 'hayat tarzı temsillerine' bakarken, hatta 'Aradığımız kişiye şu an ulaşılamıyor'a kulak kabartırken resmi tam okumalıyız.
TAŞMA DERDİNE SON Şimdi dönelim bugüne. Kahve bütün dünyada yükselen bir değer, insanlar yeme-içme kültürüne giderek daha çok ilgi duyuyorlar. Her geçen gün daha çok şey öğrenmek, bilmek istiyorlar. Elbette bir yandan da 'denemek.' Dünün gizli bahçeleri, sırları bugün artık gazete köşelerinde. Zaten 19. yüzyıl ile 21. yüzyılı ayıran sıfatlardan biri de bu değil mi? Küresel iletişim ve kültür her şeyi demokratikleştirmiyor mu? Dün İngiliz kulüplerinde sadece erkek üyelerin puro eşliğinde içtikleri Jamaica Blue Mountains kahvesini bugün bilmeyen kaldı mı? Dolayısıyla Türkiye'nin Türk kahvesini yeniden keşfini de bu bağlamda okumak mümkündür. Elbette makineleri de unutmamalıyız. Herkesin bir yandan hasret ile anıp, bir yandan da kolay mı canım diye ötelediği eski usül kahve pişirme, servis etme artık giderek daha 'az insanın yetişebileceği bir mesai' haline dönüşmüştü. Makineler tam da bu anda devreye girdiler. Arçelik'in 'Telve'si' ile yanlış Türk kahvesi yapmak mümkün değil! Bekleme gerekmiyor, taşma derdi bitti. Daha ne olsun? Kahvecilerimizin satışlarının son ikiüç yıl içinde katlandığını umuyoruz. Elbette kahve mevzuu sadece 'Nasıl çekildi, nasıl pişirildi, nasıl servis edildi?'den ibaret değil. İmparatorluğun biriktirdiği bir dizi merasim bu işin ayrılmaz parçası. Kahve muhibleri bu zevki eskiden nasıl yaşarlardı, şimdi nasıl? Son sözü yine sergiye bırakırsak: Bir kafede karşılıklı oturan kişilerin her biri cep telefonlarıyla bir başkasıyla konuşur mu? Fax: 0212 233 18 33
|
|
|
|
|
|
|
|
|