|
Erdal Şafak, Alfredo Di Stefano'yu yazdı
|
|
Pazar Portreleri'nin yolu üçüncü kez Madrid'deki Santiago Bernabeu Stadı'na düşüyor. Futbolun Mekkesi'ne, Kudüsü'ne, Vatikanı'na...
Radyo Günleri'nin kahramanı
"Genç kuşağın yetişemediği en büyük yıldız kim" diye sorsalar, tereddütsüz "Di Stefano" derim. O, televizyonun bile ancak sahalardaki son yıllarına yetişebildiği bir efsaneydi. Hele bir Real Madrid-Beşiktaş maçı var ki anlatılacak gibi değil.
Pazar Portreleri'nin yolu üçüncü kez Madrid'deki Santiago Bernabeu Stadı'na düşüyor. Futbolun Mekkesi'ne, Kudüsü'ne, Vatikanı'na... Bu sayfanın meraklıları hatırlayacak; bu büyülü mekana ilk ziyareti Vicente del Bosque portresiyle yapmıştık. Hani Fulya tesislerinde rekor sürede suyu sıkılmış süngere çevrilen Beşiktaş eski teknik direktörü ile. (Biz o yazıyı hazırlarken henüz 'eski' değildi ama kapı önüne koyma hazırlıkları çoktan başlamıştı!) İkincisinde rehberimiz günümüzde Real Madrid denince akla ilk gelen oyunculardan, Cezayir kökenli ama Fransa doğumlu ve Fransız yurttaşı Zinedine Zidane olmuştu. Üçüncü turumuzda ise Alfredo Di Stefano önümüze düşecek. (Bana her biriniz 27'şer avro borçlusunuz. Çünkü Real Madrid tesislerini ve müzesini gezmek için her ziyarette 9 avro ödemeniz gerekiyor.) Alfredo Di Stefano? İtalyan göçmeni ailenin Arjantin doğumlu (4 Temmuz 1926, Buenos Aires) oğlu. UEFA'ya göre Avrupa'nın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu. FIFA'ya göre ise tüm zamanların en göz kamaştıran üç yıldızından biri. Diğerleri: Pele (Brezilyalı) ve Maradona (Arjantinli). Ancak futbol otoriteleri, eşitler arasında Di Stefano'nun bir adım önde olduğunu söylüyor. Zaten Pele ve Maradona da bu görüşteler. Örneğin Maradona, kendisini bir numarada gösterenleri her defasında "Saçmalamayın, önümde Di Stefano var" diye azarladı.
AZRAİL'İN PENÇESİNDE 10 gün önce geçirdiği kalp krizi nedeniyle hastanede canıyla uğraşan, kalbinin karıncık bölümünde kan dolaşımı bozukluğu ve had safhada koroner yetmezliği teşhisi konulan, çarşamba akşam saatlerinde 5 saat süren başarılı ameliyatla Azrail'in pençesinden kurtarılan 79 yaşındaki Alfredo Di Stefano. Dile kolay; Santiago Bernabeu'ye adım attığı 27 Eylül 1953'ten itibaren 11 yıl boyunca Real Madrid formasıyla ağları 518 maçta 418 kez havalandırdı. Avrupa kupalarında 49 gol de cabası. Bu 11 yılda sadece bir kez bir Türk takımı yoluna çıktı: Beşiktaş. Müzedeki turumuzun o karesi önünde biraz duralım mı? 1957-58 sezonunda Türkiye Şampiyonluğu yarışında ipi Beşiktaş göğüsledi. O yıllarda ulusal lig yoktu; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana birincileri çift maçlı turnuvada hesaplaşırlar, en çok puan toplayan şampiyon ilan edilirdi. (Beşiktaş başkanlığını Nuri Togay götürüyordu. Teknik direktörlüğünü, daha doğrusu o dönemdeki adıyla antrenörlüğünü de bir İtalyan: Leandro Remondini. Birilerini biraz kızdırmak pahasına da olsa Remondini'ye birazdan döneceğiz.) Şampiyon Kulüpler Kupası (Şampiyonlar Ligi'nin o dönemdeki adı) başlayalı üç yıl olmuştu ve ilk iki yıl Real Madrid kazanmıştı. 1955-56 sezonunda 16 ülkenin birincisiyle düzenlenen eleme usulüne dayalı ilk kupada, Türkiye de yerini almıştı: Galatasaray'la. (İlk turda Dinamo Bükreş'le eşleşti, deplasmanla 1-3 yenilip, Ali Sami Yen'de 2-1 kazandı ve averajla elendi.) İkinci kupada Türkiye yoktu. Hem de ilgi artıp 24 takıma çıkmasına rağmen. Zaten o yüzden ön eleme kuralı getirildi, ilk tura geçmeden 8 takım safdışı bırakıldı. İşte geldik 1957-58 Türkiye Şampiyonu Beşiktaş'ın 1958-59 Avrupa macerasına. O kupaya da 24 ülke şampiyonu alındı. Ön elemeyle 18'e indirildi. Beşiktaş'a ön elemede Yunan takımı Olimpiyakos düştü. Kıbrıs kriziyle iki ülkenin savaşın eşiğine geldiği yıldı. Olimpiyakos, İstanbul'da oynamayı reddedince iki maçta da hükmen yenik sayıldı. Sonra ilk turda Beşiktaş'ın kısmetine ilk iki yılın Avrupa Şampiyonu Real Madrid düşmesin mi! Kurada önce Real Madrid'in adı çıktığı için, ilk maç Madrid'de oynanacaktı. Tarih: 13 Ekim 1958. Statlar henüz ışıklandırılmadığı için maçlar gündüz oynanıyor. Santiago Bernabeu'ye iki siyah-beyaz takım yoğun alkışlar eşliğinde çıkıyor. Beyaz Şimşekler ve Kara Kartallar. İlk 11'ler şöyle: Real Madrid: Alonso, Marguitos, Lesmes, Santiesteban, Santamaria, Zarraga, Kopa, Ruis, Di Stefano, Puskas, Gento. (İleri üçlüye bakar mısınız; Di Stefano- Puskas-Gento... Öylesi bir daha gelmedi.) Beşiktaş: Varol, Kamil, Münir, Gürcan, Özcan, Büyük Ahmet, Sofyanidis, Kaya, Küçük Ahmet, Faik, Coşkun. (Ortaokul ikinci sınıftaydım o maç oynanırken. Radyo naklen veriyordu. Spikerin sesi hala kulağımda ama çok aramama rağmen adını belirleyemedim. Bir polemiğe yol açmamak için ihtiyatlı davranıp, "Üç ölümsüz ses"ten biri diyeceğim: Eşref Şefik, futbolculuğunda Vefalı Muhteşem olarak ünlenen Muhteşem Öksüzcü ve o sıralar yeni yeni parlayan Halit Kıvanç.) Başlama düdüğüyle birlikte Real Madrid maçı Beşiktaş yarı sahasına hapsetti. Kaleye yağmur gibi şut yağıyordu. Bir Di Stefano'dan, bir Puskas'tan, bir Gento'dan. Ama Beşiktaş'ın kalesinde Varol vardı. İzmirli "Panter" Varol. Gece hayatıyla, aşklarıyla ve şikeleriyle -ilerde kendisi de itiraf edecekti- ünlü Varol. O maçta harikalar yarattı. 90'a çekilen, kurtarılamaz denilen şutları bile püskürttü. İlk yarı 0-0 bitti. İkinci yarıda da Beşiktaş 11 kişiyle duvar savunması yapıyordu. Ama 58'inci dakikada Real Madrid savunmada gedik bulup Varol'u avladı. Santiesteban'ın şutuyla. İstanbul'daki rövanş maçında bunun yeterli olmayacağını biliyorlardı. Santiago Bernabeu'de gelene üç gidene beş çeken Real Madrid, Beşiktaş'ın inatçı direncinden deliye dönmüştü. Maçın üçte ikilik bölümü 1-0'la geçildikten sonra dalga dalga gelen Beyaz Şimşekler akınlarının birinde, 18'in hemen dışında Di Stefano'ya gollük bir pas aktarıldı. Ve tam o anda boğuk bir ses duyuldu, sonra da Di Stefano canhıraş bir feryatla kendini yere attı. Beşiktaşlılar'dan biri (çoğu hayata veda ettiği için adını vermiyoruz, meraklısı arayıp bulsun) kaval kemiğinde kramponlarının izini bırakmıştı. Di Stefano acısı geçip ayağa kalkınca, kasten, sakatlamak niyetiyle kendisine tekme atan Beşiktaşlı'nın yanına koştu ve bir yumrukta yere devirdi. Bir yandan da haykırıyordu: "Ekmek paramla oynamaya ne hakkın var!"
AVRUPA GOL KRALIYDI O sıralar Real Madrid'in en pahalı oyuncusuydu Di Stefano. Ve de gol kralı. Hem İspanya'da hem Avrupa'da. Uzatmayalım; o maç Real Madrid'in 2-0 galibiyetiyle noktalandı. İkinci golü 84'üncü dakikada Fransız yıldız Raymond Kopa attı. Rövanş 27 Ekim 1958'de, Dolmabahçe Stadı'nda (günümüzdeki İnönü Stadı) oynandı. Di Stefano kadroda yer almadı. Hatta İstanbul'a bile gelmedi. Maç 1-1 bitti. 13'üncü dakikada Joseito (ilk maçta yoktu) Real Madrid'in golünü attı, 64'üncü dakikada ise Kaya (o da İzmirliydi) Beşiktaş'ın. (Şampiyon Kulüpler finaline yine Real Madrid kaldı. Bir de Fransız takımı Stade de Reims. Stuttgart'ta oynanan finali 2-0 kazanan Real Madrid, kupayı üçüncü kez müzesine götürdü. Onu izleyen iki yılda da kupayı hep Real Madrid kaldıracaktı.) Di Stefano'nun öfkesinin geçmesi için 2001 ilkbaharına kadar beklemek gerekecekti. Türkiye'nin tarihinin en ağır ekonomik krizinin pençesinde kıvrandığı ve Kemal Derviş'in kurtarıcı olarak bağırlara basıldığı dönemde, 1 Nisan 2001 günü Real Madrid, Avrupa Şampiyonlar Ligi çeyrek final karşılaşması için İstanbul'a geldi. Rakibi? Galatasaray. Alfredo Di Stefano, "Hem İstanbul'u görmek hem de maçı izlemek istiyorum" deyince, onu da aldılar kafileye. Di Stefano o sıralar Real Madrid'in onursal başkanıydı. Peki teknik direktör kimdi? Vicente Del Bosque! Sahi, Beşiktaş'ın 1958-59 sezonundaki antrenörü Leandro Remondini'yi Santiago Bernabeu'de bıraktık. Gidip alalım.
UNUTULMAYAN FİNAL 1959'da lige yeni bir statü verildi. Kent turnuvalarından vazgeçilip takımlar iki grupta toplandı. Grup birincileri iki maçla şampiyonu belirleyecekti. Bir grubu Fenerbahçe önde bitirdi, diğerini ise Galatasaray. Lig öncesi transfer sezonunda Remondini, Galatasaray'la anlaşmıştı. Fenerbahçe'nin antrenörü ise Ignace Molnar'dı. O sevimli Macar. İki final de Dolmabahçe'de oynandı. İlki 10 Haziran 1959'da. Kadrolar? Alın bir tutam daha nostalji: Galatasaray: Turgay Şeren, Saim Taysengil, İsmail Kurt, Ahmet Berman, Ergun Ercins, Nuri Aşan, İsfendiyar Açıksöz, Suat Mamat, Metin Oktay, Dursun Baran, Mete Basmacı. Fenerbahçe: Özcan Arkoç, Osman Göktan, Basri Dirimlili, Avni Kalkavan, Naci Erdem, Niyazi Tamakan, Mustafa Güven, Can Bartu, Şeref Has, Lefter Küçükandonyadis, Yüksel Gündüz. (Biz tıfıllar, onların sakızlardan, gofretlerden, şekerlemelerden çıkan fotoğraflarını biriktirirdik. Çikolata bizim için ulaşılamayacak bir hayaldi o yıllarda...) Maçı Galatasaray 1-0 kazandı. Metin Oktay'ın 39'uncu dakikada attığı golle. Rövanş 4 gün sonra, 14 Haziran 1959'da oynandı. Fenerbahçe'de tek değişiklik vardı: Mustafa Güven'in yerine Seracettin Kırklar. Galatasaray'da da öyle: Turgay Şeren kaleyi Yüksel Alkan'a bırakmıştı. Sonuç? Fenerbahçe: 4, Galatasaray: 0! Goller: Yüksel (dakika 9), Naci (dakika 44), Seracettin (dakika 70), Şeref (dakika 83). Buna rağmen Galatasaray iki sezon daha Remondini'yle yoluna devam etti. Daha sonra? 1917 doğumlu, gençliğinde Modeno, Ferme ve Lazio takımlarında savunma oyuncusu olarak top koşturup 244 maçta 28 gol kaydetmiş, 1950 Dünya Kupası finalleri için milli takıma seçilip 2 Temmuz 1950'de Sao Paulo stadında Paraguay'la oynanan maçta ilk 11'de yer almış (İtalya 2- 0 kazandı ama hiçbir işe yaramadı, elenip gitti) Remondini, Türkiye dönüşü epey süre işsiz kaldı. 1969-71 arası ikinci ligten Modeno'yu çalıştırdı, birinci lige yani Seri A'ya çıkardı, bu başarısı görevinin bir yıl daha uzatılmasını uzatılmasını sağladı, sonra Seri B'den Toranto ve Peruse takımları, sonra Seri C'den Messia!
BABASI DA FUTBOLCUYDU Galiba biraz fazla ayrıntıya daldık. Di Stefano'ya dönmenin zamanı. Zira hem zamanımız hem yerimiz daralıyor. Babası da futbolcu olan (River Plate'ta oynadı) Di Stefano, meşin yuvarlakla oturdukları çiftlik evinin sokağında tanıştı. 1940'da henüz 14 yaşındayken Los Cardales kulübünün genç takımında denendi, ilk maçta sahada kaldığı 20 dakikada üç gol attı. İki yıl sonra babasının takımı River Plate'a geçti. Sapsarı saçları nedeniyle "El Aleman" (Alman) diyorlardı seyirciler ona. Daha sonra hızı nedeniyle "Sarışın ok" diye ünlenecekti. (Kariyerinin sonlarına doğru ise saçları dökülünce "Kutsal Dazlak" olacaktı lakabı!) 1944'te şampiyon olan River Plate onu Huracan'a sattı. Çok içerledi; iki takım arasındaki maçta zafer golünü atıp River Plate'tan öcünü aldı. 1946'da River Plate onu tekrar transfer etti. 1949'da Arjantin ligindeki futbolcular ücret anlaşmazlığı nedeniyle - sendikalıydılar- greve gittiler. İşverenler, yani kulüpler de hepsini kapı önüne koydu! Di Stefano o kargaşada Kolombiya'ya transfer oldu. Millionarios kulübüne. Yeni takımıyla dünya turu sırasında yolu Madrid'e de düştü. Real Madrid'in 50'nci yıldönümü nedeniyle oynanan dostluk maçında, İspanyollar "Sarışın Ok"un futbolundan büyülendi. Sahanın her yerinde vardı. Her mevkide oynuyordu. Kalesine girmekte olan şutu kurtarıyor, sonra aynı topu rakip sahanın sonuna kadar sürüp golü atıyordu!
TAKIMINI ZİRVEYE TAŞIDI Beyaz Şimşekler hemen transfer teklifinde bulundu. Ancak bir sorun çıktı: Barselona da ona kancayı atmıştı. Hatta avans bile ödemişti. İş mahkemelik oldu. Sonunda şöyle çözüm bulundu: Di Stefano bir yıl Real Madrid'de oynayacaktı, bir yıl Barselona'da! Öncelik Barselona'ya verildi. Ancak öyle kötü sezon geçirdi ki Katalan takımı, süresi dolmadan Di Stefano'yu Real Madrid'e temelli devretti. Bu kararda ateşli Real Madrid taraftarı olan İspanya diktatörü General Franko'nun baskılarının da epey etkili olduğu söyleniyor. "Sarışın Ok" cevabını Real'e geçişinden dört gün sonra oynadıkları derbide Barselona'ya üç gol atarak verdi. Artık efsane doğuyordu. Real Madrid nice zamandır hasret kaldığı zirveye Di Stefano ile çıktı. Sonrası malum. Yeni doğan Şampiyon Kulüpler Kupası'nda üst üste 5 şampiyonluk (toplam 49 gol attı. 40 yıl sonra bir başka Real Madrid'li, Raul kırabildi rekorunu), İspanya liginde 8 şampiyonluk... En iyi dostu 1956'daki Budapeşte ayaklanmasından sonra Macaristan'ı terk eden Puskas oldu. Sahada gölgeleri birbirine karışıyordu. (Tüm zamanların en muhteşem maçının kahramanları da o ikili oldu: 1960'ta Şampiyon Kulüpler Kupası'nın Glaskow'da oynanan finalinde Eintracht Frankfurt'a Di Stefano 3 gol attı, Puskas 4 gol! Maç 7-3 bitti.) Kaderin cilvesi; aynı yaştaki iki can yoldaşından önce Puskas damar sertleşmesine yakalandı. Birkaç ay sonra da Di Stefano kalp krizi geçirdi. Puskas tedavi parasını denkleştirmek için futbol hayatının anılarını açık artırmayla satmak zorunda kaldı, Di Stefano'nun giderlerini ise onu onursal başkanı yapıp başının üstünde taşıyan Real Madrid üstlendi. Niyetimiz biyografi yazmak olmadığı için Di Stefano'nun futbolculuğunun son iki yılında (1964-65) Espanyol'a geçişinden sonra 1967- 1991 döneminde hayli başarılı olduğu teknik direktörlüğünden (Elche, Boca Juniors, Valencia, Sporting Lizbon, Rayo Vallecano, yine Valencia, River Plate, Real Madrid, bir kez daha Valencia, yine Real Madrid) söz etmeyeceğiz. Sadece şunu söyleyeceğiz son söz olarak: Geçen yıl UEFA, her federasyondan ülkesinin son 50 yıldaki en iyi oyuncusunu belirlemesini istedi. İspanya hiç düşünmeden Di Stefano'yu seçti. Öyle bir efsane o...
|