Bütün suç Sezen'de
O şiir miydi aklını başından alan yoksa o şarkı mı? Çıkıp gitmek istedi birden. Oturduğu yerden İstanbul'a baktı. Sis içindeydi. Köprü belli belirsiz. İçinde bir sıkıntı. "Mutsuz muyum?" diye düşündü, "Değilim" dedi yüksek sesle. Eliyle ağzını kapadı. Gülümsedi. Fazla mı yüksek konuşmuştu? Bahar mı içimde kıpırtılar oluşturan? Yoksa Sezen Aksu mu? "Aaah, yanmışım ben, aaah sönmüşüm ben" Zaten her şeyin sorumlusu Sezen. Rahat bırakmıyor ki insanı köşesinde. Sezen'le birlikte mırıldanmaya başladı. "Yaşamak dediğin üç beş kısa mutlu andan ibaret / Sahibi değilsin bu beden geçici bir süre emanet / Bu yüzden kaçırmamak lazım aşk gelince / Gitti mi gidiyor elden zalim zaman el koyunca..." Neredeydi o şiir, buralara bir yerlere not etmiş olmalıydı. Ne diyordu Neruda? "Yavaşça ölür onlar" diyordu: "Yavaş yavaş ölürler, seyahat etmeyenler / Yavaş yavaş ölürler okumayanlar, müzik dinlemeyenler, vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar..." Bir sigara yaktı İstanbul'a karşı. Ne kadar uzun zaman olmuştu şiir okumayalı. "Eskiden evlerde şiir geceleri düzenlerdik" diye düşündü. O dinleyiciydi. Hiçbir zaman şiir okumamıştı o gecelerde. O sadece insanları dinliyordu. "Yavaş yavaş ölürler, izzeti nefislerini yıkanlar / Hiç bir zaman yardım istemeyenler / Yavaş yavaş ölürler, alışkanlıklarının esiri olanlar / Her gün aynı yolları yürüyenler / Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler / Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen / Veya bir yabancı ile konuşmayanlar..."
d
*** "Bu akşam bir şeyler yapmalı" dedi kendi kendine. Dışarı çıkmalı. Bir bara uğrasam? Birileriyle yemeğe gitsem. Uzun zamandır görmek istediğim bir oyun vardı. Bilet bulunur mu ki bu saatten sonra? Neydi şiirin sonu? "Yavaş yavaş ölürler / İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar / Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar / Yavaş yavaş ölürler..." Bir bölümü daha vardı hani mantıklı tavsiye benzetmesi olan. Ne güzel söylemiş Neruda, "Yavaş yavaş ölürler/ Aşkta ve işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler / Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar / Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar... Yavaş yavaş ölürler"
*** Bu şiir miydi bana bu yazıyı yazdıran yoksa bahar mı? En yasak duygularını benimle paylaşan okurum mu yoksa? Daha mı kolaydır hiç tanımadığınız birine yazmak... Yargılamaz sizi. Bilmez ki gerçekte kim olduğunuzu ne düşündüğünüzü, hangi rolü oynadığınızı. Ne yazarsanız onu kabul eder, ne anlatırsanız inanır. O yüzden mi insan hiç karşılaşmadığı birine en özelini böylesine rahat anlatır... Ne diyordu mektupta "Yanmışım ben!" Oturduğum yerden ben de baktım İstanbul'a. İçimde bir sıkıntı. Bir şeyler yapmak lazım. Olmuyor işte, sabit durunca olmuyor. Gelmiyor elinize, avucunuza, peşine düşmek gerekiyor. Peşine düşmek için de çokça cesaret. Telefon çaldı. "İşi bırakacağım" dedi hattın ucundaki ses. Gülümsedim, "Hadi ama" dedim "Geç bile kaldın, işi bırak Bodrum'a yerleş. Hep hayalin değil miydi?" Dondu kaldı. Duymamış ki benden mantıklı tavsiye dışında bir fikir. Bir şeyler geveledi. "Sahi mi?" dedi. "Sahi böyle mi düşünüyorsun?" Sustum. İstanbul'a baktım bir kez daha, derin bir nefes aldım. "Yok" dedim "Sen bana takılma. Her şeyin suçlusu Sezen." "Hadi ama şaka yaptım" diye devam ettim. "Anlat bakalım ne oldu?" Not: Aklına Mabel sakızı gelince bana yazmak isteyene, annesi karpuz kabuğundan turşu yapınca bunu kime söyleyeceğini bilemeyene.... Beni cüzdanında Özdemir Asaf'ın yanında saklayana... Bu yazı Burcu'ya...
|