Kemik ağrısı...
Babası Sivas'ta sürgünde ölüyor... İstanbul'da annesinin yanında büyüyor... Ağır bir parasızlık yaşamını belirliyor... Daha da korkuncu dokuz yaşında kemik veremine tutuluyor...
*** Alkım Yayınları'nın yeniden hatırladığı ve 250 bin baskı ile piyasaya sürdüğü Peyami Safa'nın "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" nu okurken, her cümlenin altına yukarıdaki bilgileri yerleştiriyorum. Örneğin beşinci bölümdeki şu başlangıç paragrafına: "İçinde hafif bir kemik ağrısının duman gibi gezindiği yarım karanlık, yarım şuurlu, birbirlerini gayet ehemmiyetsiz bir münasebetle takip eden, hepsi gerçek ve hepsi abes birtakım hayaller; uyku ile uyanıklık arasındaki ayırıcı perdeyi aralıksız dalgalandıran ve ruhun bir yarımını rüyada eritirken öteki yarımını hakikatle temas ettiren üçüncü bir durum." Peyami Safa, yazarlık serüveninin doruğuna ulaştığı "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu"nu Nazım Hikmet'e ithaf etmiş. Nazım Hikmet de, Resimli Ay Dergisi'nde kitabı övmüş: "Ben, Peyami'nin bu son romanını üç defa okudum, otuz defa daha okuyabilirim ve okuyacağım. Bu kitabın karşısında ben, yıldızlı göklerin sonsuzluğuna bakan ve o sonsuz alemde yeni parıltılar, o zamana kadar hiçbir gözün görmediği acaip fakat hakiki alemler keşfeden bir müneccimin hayranlığını duymaktayım..."
*** "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" önce Cumhuriyet Gazetesi'nde tefrika edilmiş. Resimli Ay Dergisi tarafından kitap haline getirilmiş. Peyami Safa o zamanlar otuz yaşında... Nazım Hikmet ile yakın dost ve ikisi de solcu... Türk romanına psikolojik derinliği hediye eden yazarlardan Peyami Safa ile Nazım Hikmet'in yolları zamanla ayrılmış... Safa soldan çark etmiş, Hitler hayranlığına doğru yelken açmış... Nazım Hikmet ile Peyami Safa arasında ağır polemikler başlamış...
*** Peyami Safa'nın yeniden hatırlanması, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nun makul bir fiyatla yığınlara, özellikle gençlere ulaştırılması, "edebi" değerlerden ziyade "siyasi" kıstaslar nedeniyle sessiz karşılanmış gibi gözükmekte... Kültür yaşamı kültürel değerler ile harelenen ülkelerde, böyle bir girişimin, ansiklopedilerde yer almış, psikolojik romanın yetkin örneklerini vermiş yazarların hatırlanması önemli olay olur... Anlaşılan bizler, hepimiz biraz fazlaca siyasiyiz... Dokuz yaşında kemik veremine tutulan bir ölümlünün iç dalgalanmalarını anlatması, daha sonraki siyasal polemiklere feda edilebiliyor.
*** Ben gene de "insanın ruhuyla bedeni arasındaki" ilişkiyi kendi varlığı üzerinden anlatan Peyami Safa'nın hatırlanmasına gereken önemin verilmesinden yanayım... "Kemik ağırsının duman gibi gezindiği yarım karanlık, yarım şuurlu" bir durumu hala yaşamaya devam etmenin anlamı yok... Edebi değer başka, siyasal yargı başka... Biz edebiyatı edebi değerlerle tartacak, edebiyatın başka hiçbir şeyde bulunmayan o lezzetinin tadına varacak düzeye gelemedik mi hala? Eğer gelemediysek, edebi değerlerimize hala siyasi gözlüklerle bakacak bir ilkellikte kaldıysak, bize yazık. İnsanlar da toplumlar da siyasetten çok edebiyatla gelişip derinleşiyor çünkü.
|