| |
Asıl tsunami daha gelmedi
Bugüne kadar tarihi önceden tahmin edilebilen ilk ve tek deprem, 1 Ocak'ta dünyayı sallamaya başladı. Merkez üssü Cenevre'deki Dünya Ticaret Merkezi olan bu depremin adı: Tekstil ticaretinde kotasız dönem. Büyüklüğü aylar sonra ölçülebilecek, hasar raporu ise en erken bir yıldan önce çıkarılamayacak. Ama bir şey şimdiden belli: Deprem, onu izleyecek tsunami ve daha sonra da "Çin virüsü"nün neden olacağı salgın hastalıklar, tüm kıtalarda milyonlarca kişiyi kırıp geçirecek, işsiz ve aç bırakacak. 400 milyar dolar iş hacmiyle dünya ticaretinin yüzde 6'sını oluşturan bu dev sektör de "Kotaların kalkması", alıcıların hiçbir kısıtlama olmadan diledikleri yerden diledikleri kadar ithalat yapabilmeleri anlamına geliyor. Öyküsü ilginç, özetleyelim:
40 yıllık bir mesele Her şey 1961'de HongKong'un baş döndürücü hızla büyümesine diş gıcırdatan zengin ülkelerin, pazarlarını yoksulların tekstil ürünlerine açmaya karar vermeleriyle başladı. 1974'te Çokelyaf Anlaşması ile 47 ülkeye 140 kategoride ABD ve Avrupa pazarlarına ihracat kotaları verildi. 1994'te Dünya Ticaret Örgütü'nün kurulmasından sonra Hindistan ve Pakistan'ın sektörde egemen konuma gelmelerinden rahatsız olan Avrupa ve Kuzey Amerika, üretici ülkelerin de baskısıyla kotaların 4 aşamalı kaldırılmasını kabul ettiler: 1995'te kotaların yüzde 16'sı iptal edilecekti, 1998'de yüzde 33'ü, 2002'de yüzde 51'i ve nihayet 1 Ocak 2005'te de yüzde 100'ü. İşte o günler geldi. Ancak sorun şu; 10 yıl önce kotaların kaldırılmasını öngören anlaşma imzalanırken hiç kimse Çin'in bu kadar hızlı büyüyeceğini düşünememişti. O zamanlar kotaların kaldırılması çağrıları yapan 40 ülke şimdi bin pişman. Tekstil sanayilerinin varlığının aslında o kotalara bağlı olduğunu yeni fark ediyorlar. Ve mevcut 5 bin fabrikasına çok yakında 20 bin yenisini ekleyecek Çin'in sınırsız hammadde kaynakları, nitelikli ve üç otuz paraya çalıştırdığı işgücü, dünya ölçeğinde entegre tesisleri ve yabancı yatırımcılarıyla, kendilerini buldozer gibi ezip geçeceğini düşündükçe dehşete kapılıyorlar.
Köle işçiliğin dönüşü Bu kâbusu araştırmalar da doğruluyor: Uluslararası Tekstil Sendikaları Federasyonu Başkanı Neil Kearney, en az 30 milyon işçinin kapı önüne konulacağını söylüyor. İstihdam yıkımı bazı ülkelerde ulusal felaket boyutlarına varacak. Örneğin ihracatının yüzde 95'ini tekstilden sağlayan Bangladeş'te, Endonezya, Sri Lanka, Tunus'ta. Hatta tekstil sektörünün çalışan nüfusun yüzde 28'ini istihdam ettiği, gayrisafi milli hasılanın yüzde 15'ini yarattığı Yunanistan'da. Dahası Çin'in sosyal standartları çok aşağıya çekmesi, işlerini koruyabilenleri ve devletleri birbirinden zorlu sınavlarla karşı karşıya bırakacak: Ücret şantajı, fabrikanın işçiliğin ucuz olduğu yere (elbette Çin) nakledilmesi tehdidi, "Sübvansiyon olmazsa kapatırız" gözdağı... Filipinler daha şimdiden tekstil sektörünü asgari ücret kapsamı dışında bıraktı, Bangladeş ücretsiz fazla mesai süresini uzattı... Emeği en yüce değer, insan onurunu en kutsal kavram kabul eden ideolojinin hüküm sürdüğü varsayılan bir ülkenin, yeni emek sömürüsünün, hatta kölelik döneminin tetikleyicisi olacağı kimin aklına gelirdi? Marx, Lenin, hatta Mao bugünleri görseydi ne düşünürlerdi acaba? Deprem ve onu izleyecek tsunaminin Türkiye'ye hasarını da -bir aksilik olmazsa- yarın irdeleyelim...
|