Temsilde adalet
Türkiye'nin önümüzdeki dönem en ağırlıklı tartışma konusu, siyasi sistemi olacak. Siyasi iktidar, şu an arkasında gördüğü halk desteğiyle bu tartışmayı başkanlık sistemine yönlendirmek istiyor. Başbakan'ın son dönemde giderek daha fazla seslendirdiği "bürokrasiden yakınma" söyleminin ardında da, kamuoyunu güçlü bir başkanın yönetimi fikrine hazırlama egzersizi yatıyor. Ancak konunun sadece başkanlık sistemi çerçevesinde tartışılması yanlış. Böyle bir tartışma, sistemin hiç değişmeden aynı kalmasıyla sonuçlanabilir. Oysa Türkiye'nin bugün sahip olduğu sistem, seçmen iradesinin Meclis'e aynen yansımasını sağlamıyor. Son seçim, bunun en çarpıcı örneklerinden biri oldu. Avrupa Birliği müzakereleri sürecinde de gündeme gelecek en ağırlıklı konulardan birinin, yüzde 10 barajının indirilmesi olacağı kesin. 2B'den, zina yasasına kadar birçok konuda Anayasayı ve Avrupa tepkisini aşamayan iktidarın, "Başkanlık Sistemi"ne geçişte de aynı sorunlarla karşılaşması kaçınılmaz olabilir. Bu, Türkiye'nin başkanlık sistemini tartışmasını engellememeli elbette. Bu sistem, artıları ve eksileriyle tartışılmalı, halk bugünkü sistemle başkanlık sistemi arasındaki farkları öğrenmeli. Başkanlık sisteminin savunucularının en önemli savunma malzemesi, istikrar konusu. Ülkenin istikrarlı bir siyasi iktidarın elinde daha iyi yönetileceğini savunan bu görüş sahipleri, kalkınmanın ve gelişmenin anahtarını burada görüyor. Ancak unutmamak gerekir ki, diktatörlükler de istikrarlı rejimlerdir ve bu yönetimler halk için felaket anlamına gelmektedir. Başkanlık sistemi savunucularının bu konuda en iyi örneklerinden biri, Amerika Birleşik Devletleri. Ancak, ülkemizle Amerika arasında çok ciddi farklar var. Orada, Temsilciler Meclisi üyeleri veya senatörlerin ne partileriyle ne de başkanla doğrudan bir bağı var. Türkiye'de ise başkan bütün Meclis üyelerini tek tek belirleyecek. Milletvekillerinin kişisel becerileri değil, bir başkanın listesinde yer almaları, onları o koltuğa oturtacak. Partiye ve başkana bağlılık seçilme garantisi olacak. Böyle bir tabloda yasamanın denetiminde olmayan, hatta yasamayı belirleyen bir başkan, elinde inanılmaz bir güç toplamış olacak. Bu gerçek, başkanlık sistemini Türkiye için en ideal sistem olmaktan çıkarıyor. Bunu söylemekle, sistemin aynı kalması gerektiğini savunuyor değiliz elbette. Bugünkü sistemin de temsilde adaleti sağlamadığı bir gerçek. Ayrıca doğrudan halk oyuyla seçilmemiş olan Cumhurbaşkanı'na çok fazla yetki tanınmış olduğu, 12 Eylül döneminin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e göre dizayn edilmiş bir sistem olduğu da bir başka gerçek. Elimizdeki bu tablonun değişime muhtaç olduğu açık. Ancak bu değişimin toplumun geniş kesimlerini kapsar biçimde yapılmasında büyük yarar var. Böyle bir değişim projesine Meclis dışındaki siyasi partilerden sivil toplum örgütlerine, akademisyenlerden eski siyasetçilere kadar herkesin katkısını sağlamak gerekir. Türkiye Milletvekilliği'nden barajın indirilmesine, siyasi ittifaklardan daha da güçlendirilmiş başbakanlık veya başkanlık sistemine kadar her türlü seçenek özgürce tartışılarak Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne hazırlayacak en ideal sistem bulunabilir. Ancak sadece bir görüş ve sistemde ısrar etmek, ne Türkiye'ye yarar sağlar, ne de özlenen değişimin gerçekleşmesine yardımcı olur.
|