|
|
|
|
|
|
Tartışmalı "Ekümenik" unvanının tarihi de gerilim dolu bir film gibi
Fener Rum Patriği'nin kullanmak istediği tek kelimelik ekumenik sıfatı geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan bir gerilimi tırmandırıyor..
1500 yıldan beri tartışılan unvan
Fener Rum Patriği'nin kullanmak istediği tek kelimelik ekumenik sıfatı geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan bir gerilimi tırmandırıyor.
Patrikhanenin "gizli emellerinden" söz eden internet siteleri ihmal edilirse "ekümenik" ünvanı çevresinde alevlenen tartışma son olarak ABD Büyükelçisi Eric Edelman'ın Rum Ortodoks cemaatinin ileri gelenlerine verdiği yemeğin davetiyesiyle gündeme geldi. Son olarak, çünkü Yunanca aslından "evrensel" olarak çevrilen, aslında evrenselden çok örtülü hükümranlık içererek "Cihanşumul" anlamına gelen bu kelimenin öyküsü hareketli bir macera filmi gibi. 17 Aralık'ta AB ile yapılacak görüşmelerin gerilimi bu macera filminin "kritik" sahnelerini fena halde hatırlatıyor.
OSMANLI GELENEĞİ Peki ama Patriğin "Ekümenik" olması ne anlama geliyor ve neden Türkiye'yi bu kadar ilgilendiriyor? Bu sorunun Hıristiyanlığın ilk yıllarından Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne ve Lozan'a kadar gelişen hayli uzun bir yanıtı var. Patrikhane'nin "ekümenik" unvanı Bizans'ın fethinden 1000 yıl önceye beşinci yüzyıla uzanıyor. Sadece din işleri için verilen bu unvan zamanla Patriklerin dünyevi işlere girişmesine de engel olamadı. İstanbul'un Fethi'nden sonra Fatih'in "Katolikliğe karşı alternatif" bir güç olarak Patrikhane'ye dokunmaması ve üstelik Patrik tayin etmesi uzun yıllar bir Osmanlı devlet geleneği olarak kaldı. Patrikhane de bir "kral" olmadan en üst otorite haline gelmişti. Ancak bu gelenek zaman zaman kesintiye de uğradı. 1821 yılında patlayan Mora İsyanı'nda rol oynayan Etniki Eterya örgütünü kontrol ettiği için Patrik Gregoryos dini kostümüyle bugün "Kin Kapısı" olarak adlandırılan kapıya asıldı. 1861 yılında Sultan Abdülaziz tarafından onaylanan Nizamname ile Patrikhane Patriğin dışında dört metropolit ve sivil işler için 12 kişilik "St. Sinot" tarafından idare edilmeye başlandı.
YAZILI OLMAYAN ANLAŞMA Türkiye Cumhuriyeti'nin olup bitenlere itirazı ise Lozan Anlaşması'nın zabıtlarında yer alan ve yazılı olmayan "mutabakata" dayanıyor. Bu mutabakatta "ekümenik" unvanı geçmiyor ancak Fener Rum Patrikhanesi'nin yetkileri sadece İstanbul'daki Rum Ortodoks azınlığın dini ve ruhani lideri olmakla sınırlanıyor. Öyle ki Patrikhane Rum cemaatinin temsilcisi sayılmadığı gibi bu cemaat ile Türk makamları arasında aracılık dahi yapamıyor. "Tüzel kişiliği" bulunmuyor ve 1923 tarihli bir Valilik Tezkeresi'ne dayanıyor. Bu yüzden mülk edinemiyor, okul açamıyor, vakıf ya da dernek kuramıyor. Tezkere patriğin Türk vatandaşı olmasını ve Türkiye'deki metropolitliklerde görev yapmış olmasını öngörüyor. Ancak "ekümenik" sıfatının kaldırılmasıyla ilgili ilk kriz 1925 yılına dayanıyor. Başbakanlık Devlet Arşivleri'nde bulunan 13 Ağustos 1925 tarihli belge Atina'da çıkan Elektros Petos gazetesinde yer alan "Türkiye'nin St. Sinot meclisi toplantılarında hükümet komiseri bulunduracağı ve ekümenik unvanını kaldıracağına" dair habere yer veriyor. Peki Patrikhane "ekümenik" ünvanını kullansa ne olur? Uzmanlara göre devletin sınırları aşan herhangi bir "dini otoriteyi" bu biçimde kabul etmesi "halifelik" ve benzeri kurumların da başka isimler altında canlanması anlamına gelebilecek bir gelişme. Ayrıca Patrikhane'nin ruhani işler dışında "dünyevi" işlere de yönelmesi uluslararası politikada Türkiye'nin komşularla arasını bozabilir. 1844'de bütün dünya için üst düzeyde din adamı yetiştirmek üzere açılan Heybeliada Ruhban Okulu ekümenlik unvani için stratejik bir merkez oluşturuyor. Ancak okuldaki yabancı öğrencilerin Türkiye aleyhine casusluk gibi faaliyetlere giriştiğinin tespit edilmesi 1964 yılında yabancı öğrenci kabulüne son verilmesine yol açtı. Heybeliada Ruhban Okulu 1971 yılında "Özel yüksekokulların devletleştirilmesi" kararıyla öğrenimine ara verdi. Ancak Türkiye'nin bu konuda pek de tutarlı bir politika izlediği söylenemez. 1948 yılında Amerika tarafından gönderilen ABD vatandaşı Patrik Athenogoras'ın Türkiye tarafından kabul edilmesi Lozan'daki sözlü mutabakatın "delinmesi" anlamına geliyordu. Athenagoras Türkiye'ye ayak bastığı gün "hızlı biçimde" Türk vatandaşlığına geçirilmişti. Heybeliada'daki Ruhban Okulu da yine Athenagoras döneminde bir "teoloji fakültesine" dönüştürüldü. Atatürk tarafından 7'ye indirilen metropolit sayısı ise yeniden 12'ye çıkarıldı. Athenagoras'ın bir başka özelliği ise "Konstantinopolis ve Ekümenik Patriği" ünvanını kullanmasıydı! Bu eski "ekümenlik" tartışmasının en kritik yanı ise AB ile yapılacak müzakerelerin arefesinde yeniden ve güçlü biçimde alevlenmiş olması.
|
|
|
|
|
|
|
|
|