|
Türk sinemasının hanımefendi yıldızı
|
|
Yalnızca bir sanatçı olarak değil, bir kadın, bir eş, bir anne olarak da ona olan hayranlığımı dile getirmekten başka bir şey yapamıyorum.
Hülya Koçyiğit yine gündemde, hala gündemde, her zaman gündemde... Koçyiğit şu aralar en çok üzerine yazılan kitaplarla gündemde. Hiç unutmam, yıllar önce benim Türkan Şoray kitabım çıktığında karşılaşmıştık, beni kutlamış ve o büyük zarafetiyle, açıkça olmasa da, onun için de bir kitap yazmamdan mutlu olacağını ima etmişti. Bunu ne kadar çok istedim... Ama bir türlü vakit olmadı. Şimdiyse bu boşluk doldu. Ve Koçyiğit üzerine üç kitap birden çıktı. Biri, Gezginci Festival'in ona Onur Ödülü vermesi dolayısıyla hazırladığı "Yıldız: Hülya Koçyiğit" adlı kitap (Dost Yayınları). Aralarında benim de bulunduğum birçok sinema ve fikir-sanat adamının gözüyle Koçyiğit...Ve sonra Erdal Doğan'ın onunla uzun bir söyleşisi. Öbürü, Bircan Sıdallı'nın "Dört Yapraklı Yonca" adlı sanırım yine söyleşilere dayanan kitabı (elime geçmedi, bir şey diyemiyorum). Ama üçüncüsü en görkemli olanı. "Hülya Koçyiğit: Film Gibi Yaşadım" adlı bu hacimli kitap, ilke olarak Feyzan Ersinan adlı genç (daha 23 yaşında!) bir üniversite öğrencisinin onunla yaptığı bir "nehir-söyleşi"den oluşuyor. (Dünya Kitapları). Öncelikle Ersinan'ı kutlamak istiyorum. Son derece güzel sorularla, mükemmel bir Türkçe'yle yazılmış bu kitap, yeni bir yazarın doğuşunu haberliyor.
TÜM HAYRANLIĞIMLA BİRLİKTE Ve karşımızda, en olgun haliyle, tüm sorulara yalnızca çok akıllıca değil, ayrıca ilginç, insanı düşünmeye çağıran, kişilikli yanıtlar veren bir Hülya Koçyiğit... Örneğin Türk sinemasının altın yılları üzerine şöyle diyor: "Yeşilçam neden yıllarca basite indirgenmiş? İnsanlar yaşadıkları toplumu tanımaktan neden kaçmış? Bir yanda entelektüeller, öbür yanda halk. Sinema halkın büyük eğlencesi. Ne hata... Oysa entelektüellerimiz, örneğin Fransa'daki gibi sinemanın halk üzerindeki etkisini iyi değerlendirselerdi, her şey farklı olabilirdi". Bu sözlerin altına imzasını atmayacak var mı? Ya da, bir kitabevindeki buluşmalarının atv haberlerinde ekrana geldiği zaman sordukları gibi "Türkan Şoray Fatma Girik, Filiz Akın ve siz, dört büyük oyuncu... Birbirinizi kıskanır mıydınız?" sorusuna yanıtı: "Takım ruhu vardı. Çok da kıskanılacak bir hayat değildi. Sürekli setten sete koşardık. Keyfini süremedik aslında. Kıskanmaya vakit yoktu." Bu güzel kitabı karıştırırken, ben de kendi Hülya Koçyiğit'imi düşünüyorum. Kafamdaki onunla ilişkili anıları... İlk kez 1965-66 yıllarında, askerliğimi yaptığım Salihli kasabasındaki açıkhava perdesinde keşfettiğim Koçyiğit'in beni etkileyen filmlerini... Elbette "Susuz Yaz" ama aynı zamanda "Affetmeyen Kadın", "Ahtapotun Kolları", "Döner Ayna", "Hıçkırık" gibi enfes melodramlar, "Lafını Balla Kestim", "Nazar Değmez İnşallah", "Denizciler Geliyor" gibi popüler komediler... Hülya o yıllarda kötü oyuncu muydu? Daha 16 yaşında sinemaya geçmiş, sonra o yılların gereği setten sete sürüklenen, aralarında Türk ve de dünya sinemasının ciddi klasiklerinden uyarlamalar bulunan filmlerdeki rolleri üzerine düşünüp, hazırlanma zamanı bile bulamayan bir genç kız ne kadar iyi olabilirse, o da o kadar iyiydi. Ama tüm diğer Yeşilçamcılar gibi, o da zaman içinde olgunlaştı. Oyunculuğu 70'lerde çok daha iyidir, 80'lerde daha da iyidir. En çok, Büyükada dekoru önünde Kerime Nadir esinli aşk hikayelerinde "bahriyeli subayı" Ediz Hun'la yaşadığı masum aşklarla tanınmış, "dört büyükler"in en hanımhanımcık yıldızı olmasına karşın, 80'li yıllarda "Firar", "Kurbağalar", "Bez Bebek" gibi filmlerde, son derece cesur 'cinselliği olan kadın' rollerine geçmesi ne büyük bir adımdır!...Tam 4 kez Antalya Altın Portakal, iki Altın Koza ve birkaç tane de uluslararası ödül sahibi oyuncumuzun sonradan edindiği oyuncu kimliği, gerçekten üstün düzeydedir. Ben onu 70'lerde kimi Sinematek gösterilerinde tanımış olmalıyım. Sonra sayısız yerli-yabancı festivaller, galalar, gösteriler... En çok, birkaç yıl önceki bir Ankara Festivali'ne trenle giderken uzun uzun konuşmuştuk. Son birkaç yılda, sağolsun, SİYAD törenlerine geldi, kimi yönetmen ve oyunculara onur ödülleri verdi. Ve bu yıl da, bu mütevazı ödülü alma sırası onda... "Yıldız: Hülya Koçyiğit" adlı kitaptaki yazımda şöyle demişim: "Onun sinemamızda oynaya geldiği eşsiz role, yalnızca bir büyük sanatçı olarak değil, bir kadın, bir eş, bir anne olarak da eklediği hep soylu, kibar ve düzeyli davranışlara olan hayranlığımı dile getirmekten başka ne yapabilirim?" Ve daha sonra şöyle eklemişim: "Eşi, bir dönemin ünlü futbol ilahı Selim Soydan'la olan evliliğini örnek biçimde sürdürüyor, kızı Gülşah'ı vaktiyle çocuk oyuncu olarak sinemaya soktuktan sonra, şimdi başarılı bir ev ve iş kadını olarak da koruyor. Dedikoduların, televole mantığı programların hiç malzemesi olmadı, buna tenezzül etmedi. Hep o kendiliğinden asaletiyle çevresine saygı ve sevgi saçmayı sürdürdü, sürdürüyor." Tüm bunlara eklenecek başka bir şey var mı?
|