|
|
|
|
|
|
Sönmeyen yangın
Türkiye yaklaşık bir yıl önce meydana gelen intihar saldırılarını unutmadı. Ama iki kadın var ki onlar bu acıyı her gün, her dakika yaşıyor. Göksel Kortay ve Tily Rubinstein Talu, geçen bir yılı Aktüel Pazar'a anlattı.
Sekiz yaşındaki kızımın çeyizi bile hazırdı *BET-ISRAEL Sinagogu'na yapılan saldırıda ölen 8 yaşındaki kızımın çeyizi bile hazırdı. Anette'i 7 yaşında iki daire sahibi yaptım, sıkıntı çekmesin diye...
*OLAYDAN sonra kızımın öldüğünü öğrendik ama annem bulunamamıştı. Belki hayattadır diye umduk. Ama ben onun da kızımla olacağını anlamıştım. Çünkü onlar hiç ayrılmazdı...
*İKİ hafta önce yeniden açılan Neve Şalom'a gittim ama çok zor oldu benim için. Orada hayatını kaybeden tüm insanlar adına bu sinagoga gitmek bir görevdi.
Kerem'in bu şekilde ölmesi çok ağrıma gidiyor * EĞER televizyon kanalındaki programa katılmamış olsaydım, Kerem'le birlikte HSBC'nin önündeki trafik ışıklarında duran arabada ben de olacaktım...
* SÜREKLİ resimlerine bakıp duruyorum. Bu büyük aşkın sonu nasıl böyle oldu, hala aklım almıyor. Bunu bir Türk filminde görseydim, 'Amma da abartmışlar' derdim.
* KEREM'LE birlikte olmaya o kadar alışmışım ki, şimdi sokağa çıkıp yalnız yürümek tuhaf geliyor. Kendimi çok kötü hissediyorum. Güya kuvvetliydim ben...
*** Onlar İçin Hiçbir Şey Aynı Kalmadı
Eşi Kerem Yılmazer'i 21 Kasım'da Levent'teki HSBC Bankası'na düzenlenen intihar saldırısında kaybeden Göksel Kortay ilk kez Aktüel Pazar'a konuştu. Başarılı oyuncu "Bir yıl alev alev, cehennem yangını içinde geçti" diyor.
* Olayın olduğu sabah nasıl ayrılmıştınız? Sabah kalktık, ben TV8'e söyleşiye gittim, o da arkamdan çıkıyordu. 10.30'da NTV'de olması gerekiyordu. İşte o ara ne oldu bilmiyorum çünkü o sabah ikimiz de çalar saatin sesini duymadık, bir saat geç kalktık, apar topar giyindik, ben çıkarken o da hazırdı. Her sabah egzersizlerini yapardı, o sabah geç kaldığı için "Yapmasam ne olur, yapsam mı acaba?" diye sordu. Ben de "Yok yok yapma, bir günden bir şey olmaz" dedim. Sonra bu olayı TV8'de duyunca Kerem'in orada olabileceği hiç aklıma gelmedi. Ben "Ah o HSBC'de kimbilir ne gençler gitti, onlara günah değil mi?" diye ağlamaya başladım. Ben de 12.00'da NTV'ye gidecektim, yani TV8'deki söyleşi olmamış olsaydı ikimiz birlikte çıkmış olacaktık. Benim anlayamadığım; hayatında hiç gecikmeyen, her yere erken giden adam o gün niye 11.00'a 8 dakika kala oradaydı?
* Kader mi demek gerekiyor acaba... Kadere ve nazara inanırım. Ama bunu kader olarak kabul edemiyorum, bu insan işi değil.
* Peki siz haberi nasıl aldınız? Sürekli telefon ettim ama hep şebeke yok diyordu. Televizyonu açtım, meğer o sırada zaten alttan bant geçiyormuş ama ben devamlı telefon ettiğim için bakmıyordum. Onun telefon etmemesi beni endişelendirdi çünkü Kerem yedi kat yerin dibinde olsa bir telefon bulur, arardı beni. Alt kat komşum Suna Keskin'le aramaya devam ediyorduk, o sırada kapı çaldı ben kapıya baktım, postayı alırken Suna'nın "Ne, Adli Tıp mı?" dediğini duydum. O zaman işte oraya yığılmışım. Göstermediler bana, defnedilinceye kadar üç gün üst üste her gün gittim, arkadaşlarım onu görmeme izin vermedi (ağlıyor).
*** Yaşadıklarım bir Türk filmi olsaydı Amma da abartmışlar' derdim Çaresiz kalmak; bir insanın acılarını, gözyaşlarını nasıl dindirebileceğinizi bilememek çok zormuş. Ben bunu Göksel Kortay'la yaptığım röportaj sırasında anladım. Yirmi beş yıl boyunca büyük bir aşkla bağlı olduğu eşi, meslektaşı Kerem Yılmazer'in akıllara durgunluk veren ölümünü anlatırken gözyaşları hiç durmadı, ünlü sanatçının... Onsuz bir yılın nasıl geçtiğini, eşinin ölüm haberini nasıl aldığını, hissettiklerini anlatırken Yılmazer'in talihsiz ölümü kadar yaşadıkları büyük aşk da çok etkileyiciydi. Tek suçu, HSBC bombalanırken tam önündeki trafik ışıklarında arabasıyla durmak olan Kerem Yılmazer'i belki de en iyi bir arkadaşının söylediği şu sözler anlatıyor: "Ölümünün bu denli yankı uyandıracağını bilseydi utanırdı, ölmezdi."
* Bir yıl nasıl geçti? Bir yılda benim için hiçbir şey olmadı, zaten olabileceğin en kötüsü olmuştu. Bir yıl alev alev, cehennem yangını içinde geçti.
* Hayatınızda ne değişti? Çok şey değişti tabii ki. Çok mutlu iken birdenbire fevkalade mutsuz, yalnız hissediyorum kendimi. Kerem'siz hayatın hiçbir anlamı yok. Yaşıyorum işte günden güne, gün dolduruyorum. Benim için önemli her şeyin hiçbir önemi, değeri yok artık, hiçbir şey beni mutlu etmiyor. Yaşama sevinciyle dolu, kendimi 18 yaşında hisseden bir insandım, şimdi elimi dahi kaldırmak istemiyorum. Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde ders veriyorum, orada avunuyorum. Bir de bol bol bulmaca çözüyorum.
* Görüyorum ki hala çok büyük acı çekiyorsunuz. Eminim Kerem Bey sizi böyle görmek istemezdi... Ne yapayım elimde değil. Ben kardeşimin vefatından beri, yani on beş yıldır hiç rüya görmüyorum ama arkadaşlar görüyorlar Kerem'i rüyalarında. "Hep yüzü gülüyordu, güneş gibiydi, hep seni sordu; 'Göksel nasıl, Göksel'e söyleyin üzülmesin, Göksel'e söyleyin ağlamasın' dedi" diyorlar. Ben de ne yapayım, gayret sarf ediyorum. Sürekli resimlerine bakıp duruyorum; nasıl o mutluluktan buraya geldik, nasıl böyle oldu hala daha aklım almıyor. Bir ara aklımı oynatacağımdan korktum. Bunu bir Türk filminde görseydim, sonu böyle bitseydi bir aşkın "Amaan amma abartmışlar" derdim. Tabii ölüm hepimiz için kaçınılmaz bir son ama Kerem kadar sakin, barışçıl, sevgi dolu bir insanın bu şekilde ölmesi çok ağrıma gidiyor.
KENDİME BAKMAMI İSTERDİ * Bildiğim kadarıyla Kerem Bey kendisine çok iyi bakardı, değil mi? Evet, sağlıklı beslenirdi, egzersizlerini yapardı. Bana çok kızardı kendime dikkat etmiyorum diye. Hatta o sabah ben evden ondan önce çıktım, peşimden meyve suyunu ve vitamini koşturdu ve "Vitaminini almazsın, kendine bakmazsın, meyveni yemezsin, ben olmazsam ne olur senin halin?" dedi. Ben de "Sen varsın ya, bana bakıyorsun işte" dedim... Kaza, deprem, yangın, hastalık aklıma gelirdi ama bizim böyle bir sonumuzun olacağı aklımın ucundan geçmezdi. Ona da çok yazık oldu, bana da. O gitti kara toprağın altına, ben de... (ağlıyor).
* Bu zor dönemi aşabilmek için psikolojik yardım almayı düşünmediniz mi? Düşünmedim, bunu kendim halledebilirim diye düşünüyorum ama halledemiyorum da herhalde. Yazın biraz seyahat ettim, onun da faydası yok çünkü ben nereye gitsem yangınımı, cehennemimi içimde götürüyorum. Kerem'le birlikte olmaya o kadar alışmışım ki şimdi sokağa çıkıp kendi başıma yürümek çok tuhaf geliyor. O kadar kötü hissediyorum ki kendimi. Ben güya kuvvetli bir insanım ama demek ki değilmişim.
* Biraz da güzel günlere dönelim. Sizin çok büyük bir aşk yaşadığınızı biliyoruz. Nasıl başladı bu büyük aşk? 1968 yılında Dormen Tiyatrosu'nda Eski Çamlar Bardak Oldu oyununda tanıştık. Üç ay sonra bana evlenme teklif etti ama sadece arkadaşız o zaman. "Aman" dedim, "Ben bunu duymamış olayım, sen de söylememiş ol, sonra arkadaşlığımız bozulur." "Peki" dedi. Zaten çok zarif, çok nazik bir insandı. Ama arada bir, üç, altı ayda bir, senede bir "Hadi gel evlenelim" derdi, ben de aynı lafları tekrar ederdim. Böyle böyle devam etti, sonra bu 11 yılın son 4 yılı flört etmeye başladık.
* Bir anlamda on bir yıl süründürdünüz yani... Aslında ben evlenmeyi düşünmüyordum, o yüzden. Fakat o kadar iyi, o kadar nazik, sabırlı bir insandı ki "Ben deli miyim, ondan iyisini nereden bulacağım" dedim. 1978'de tiyatroyla birlikte Londra'ya gitmiştik. Orada tekrar teklif etti ben de kabul ettim. 1979 Ekim'inde evlendik. Aslında bu iş yürümez gibi geliyordu bana. İkimiz de sanatçıyız, o yakışıklı bir adam, onu bana bırakmazlar diye düşünüyordum. Ama fevkalade güzel bir evliliğimiz vardı.
* Bazı insanlar kötü olayları önceden hissedebilir. Siz veya Kerem Bey'de de böyle bir şey oldu mu? Buna belki inanmaz insanlar ama o olaydan üç, dört gün önce benim içimde müthiş bir sıkıntı vardı, durduk yerde "Ahhh" yapıyordum. O da "Göksi'cim ne oldu, niye böyle yapıyorsun?" diye sordu. Ben de "Bilmiyorum, içimde bir sıkıntı var" dedim. Boynuna sarıldım ve "Evliliğimizden beri 25 yıl ne kadar çabuk geçti, sanki dün evlenmişiz gibi" dedim. O da "Benim için de öyle" dedi. Sonra "Ben ölümden korkmuyorum ama senden ayrılmak, seni bırakıp gitmek istemiyorum" dedim, ağlamaya başladım. O da başladı ağlamaya, yemin ettirdi "Hasta mısın, nereye gidiyorsun?" dedi. "Hasta değilim, bir şeyim de yok ama biliyorum ben senden önce ve bu yakınlarda öleceğim" dedim. Yani benim içime doğdu ama kendime yordum.
* Galiba bir gece önce de arkadaşlarınızla birlikteymişsiniz ve Kerem Bey herkesle tek tek vedalaşmış. Evet. Haldun Dormen, Gül Sunal, Erol Günaydın, Güler Yiğit... Kalabalık bir grup Gülçin Kamu'ya yemeğe gittik. Sonradan anlattılar, oradan çıkışta Kerem herkesle ayrı ayrı vedalaşmış. Ertesi gece de Haldun Dormen'e gidecektik yine hep beraber. Hatta arkadaşlar "Kerem yarın yine görüşeceğiz, niye vedalaşıyorsun?" demişler. Haldun Dormen'in o gece için hazırlattığı yemekler ne yazık ki Kerem'in cenaze yemeği oldu, buraya geldi.
* HSBC'nin önünden geçebiliyor musunuz? Maalesef her gün geçiyorum. Her geçişimde de sanki ilk defa görüyormuşum gibi araba oradan uzaklaşıncaya kadar arkamı dönüp bakıyorum. Ama olaydan sonra zaten aşağı yukarı altı ay evden çıkmadım. Elbiselerini görmek istedim çünkü o gün ne giydiğini bilmiyordum, kahverengi ceketi, bej kravatı, kemeri simsiyah olmuştu, üzerinde şarapnel izleri vardı. Gömleğin rengini tanıyamadım. Ama ayakkabılar pırıl pırıldı, hiçbir şey olmamış.
* Ev Kerem Bey'in fotoğraflarıyla dolu. Bu fotoğraflar önceden de var mıydı? Hayır, hiç fotoğraf koymazdım. Hatta o bazen koyardı ben kaldırırdım, "Fotoğraflarımı niye kaldırıyorsun?" diye kızardı bana. Şimdi karşımda duruyor. Bütün gün fotoğraflara bakıyorum ve şaşırıyorum. Bütün resimlerde hep gülüyorum, "Bu ben miyim?" diye bakıyorum şimdi o resimlere. Kafamda bir şey var, şimdi sizinle konuşurken, alışveriş yaparken, iş yaparken, ne yaparsam yapayım devamlı "Kerem, Kerem, Kerem..." diye yiyip bitiriyor beni.
Eylem Bilgiç Erkan Sevenler
|
|
|
|
|
|
|
|
|