| |
|
|
AK Parti için tek alternatif liberal demokrasidir
Başbakan Tayyip Erdoğan'a da, onun liderliğindeki başarılı icraata da destek verilmesini, AK Parti'nin beyin takımı yanlış yorumlayıp, "Biz ne yaparsak yapalım, bunlar bize mecbur" veya "Bizim alternatifimiz yok ki" biçiminde değerlendirmek hatasına düşmemeliler. Özellikle de AK Parti'nin sağ kanadı bu kamuoyu desteğini istismar edip, partilerini "Zina" konusunda görüldüğü gibi, "Milli Görüş"çülerle mukaddesatçılık yarışına sokmaya asla kalkmamalı. Başbakan Erdoğan da bir esnaf ziyaretinde kendisine yansıtılan düşüncelere bakıp, "Halk zinanın hapisle cezalandırılmasını istiyor" diye acele yargılara varmamalı. Hatırlamalı ki, 1999 seçimleri öncesinde de, Devlet Bahçeli'nin temasta bulunduğu kesimlerin hepsi, "Abdullah Öcalan idam edilmeli" diyorlardı. Eğer siyasal vizyon eksikliğinizi ve dünya gerçeklerini algılamadaki yeteneksizliğinizi, kendinize taban olarak gördüğünüz bazı kesimlerin duygusal söylemleri ile kapatmaya kalkarsanız, sonunda açmazdan açmaza sürüklenmek durumunda kalırsınız. Ve bütün dünya hayranlıkla "Türkiye amma da kararlı biçimde demokratikleşiyor ve Avrupa hukukuna uyum gösteriyor" derken, bir Ceza Kanunu taslağıyla, Verheugen'ın söylediği gibi "Yasak olmaktan çıkarılmış olan bir konunun tekrar gündeme getirilmesi din adına yapıldığı izlenimini yaratıyor" şeklindeki eleştirilere hedef olursunuz. AK Parti iktidarının kadroları asla "Biz kimsenin yapamadıklarını yaptık" şeklindeki bir abartılı övünmeye düşmemeliler. Çünkü başarılan ne kadar iş varsa, ondan daha kat kat fazla sorunu bulunmakta Türkiye'nin. Ayrıca bazı başarıların da gecikmeli gerçekleştiği bilinmeli ve bundan sonra da aynı gecikmeler sahnelenmemeli... Örneğin AK Parti iktidar olduktan hemen sonra 2003 yılı başında, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri Annan Planı'nı kabul etselerdi, bugün Kuzey Kıbrıs'ın iki arada kalmış konumu gündemde olmazdı. Bu iş son noktaya bırakıldığı için şimdi sadece Kıbrıslı Rumlar AB içinde ve Türkiye, Gümrük Birliği'ni Kıbrıslı Rumlar'a uygulamamak garipliği yüzünden, AB ile gerginlik yaşamakta. Yani bir işi başarmak kadar, o işi zamanında başarmak da önemlidir. Aynı şekilde bir iktidar, devletteki ve toplumdaki kadroları "O bizden değil" diye sürekli ayırıp, onlardan gelen her sese ve öneriye kulağını tıkarsa, sonunda yalnız kalır. Örneği, YÖK'ün başına Kemal Gürüz'den sonra gelen Erdoğan Teziç'le de diyalogun koparılmasından verebiliriz. Bakın işte... Erdoğan Teziç yönetimindeki YÖK, İstanbul Üniversitesi'nin rektörü Kemal Alemdaroğlu ile karşı karşıya. Burada Teziç, Alemdaroğlu'nun laikçi ideolojisine değil, hukukun üstünlüğüne olan özensizliğine bakıp tutumunu belirliyor. Demek bu kavramların zemininde kurulacak bir diyalogda, iktidar-YÖK çatışması olmayabilirdi. Bu satırların yazarı her zaman, seçilmiş iktidarların meşruiyetini, liberal demokrasinin erdemlerini, oligarşilere ve militarizme karşı savunmayı insan olmanın gereği olarak görür. Ama seçilmiş iktidarların da demokratik katılıma, çağdaş değerlere, evrensel hukuk ve insanlık anlayışına özen göstermeleri, onlar için insanlığın gerekleridir. Bu yüzyıl, ideolojik saplantıların antika olduğu bir çağın da başlangıcı. Başka türlü saplantıların fark ettirilmeden egemen olması ise hiç mümkün değil.
|