Yaz ortasında kültür satmak
Fransa'nın güneyindeki küçücük bir kasaba, festivaliyle piyanonun başkenti oldu.
Her yaz bu mevsimde, kendimi Türkiye'nin güney sahillerinden, Tanrıların şımarttığı başka bir bölgeye, Fransa'nın güneyine atar ve yine her yaz olduğu gibi hızlı trenden iner inmez söylenmeye başlarım: Neden biz Türkiye'de, buradaki kültür turizmini beceremiyoruz? Cote d'Azur ve Provence bölgeleri bizim Ege ve Akdeniz kıyılarımıza çok benzer. Burası da, iklimin, manzaranın, hasatın, ışığın, mutfağın en güzelinden nasibini almış kasabalar ve sahillerle doludur. Ama Fransa sahillerine gelir gelmez, her yaz Türkiye için içim sızlar. Çünkü her uğradığım köyde, yerel ve sade mimarinin korunduğunu, her kasabada oraya özgü geleneksel sanatların tanıtılması için ne kadar uğraşıldığını görürüm. Kültürel faaliyet olarak sabahtan akşama kadar göbek atılan beach club'lardan değil; opera, dans, tiyatro festivallerinden söz edilir. Akşamları, antik tiyatrolarda ya da orta çağ şatolarının bahçelerinde konserler dinlenir, operalar izlenir. Bu bölgenin ışığından ilham almış ressamların eserleri yerel müzeleri süsler, burada yazılmış kitaplar edebiyat festivalleriyle hatırlatılır. Bölge kültürel olarak bu kadar iyi tanıtılınca da, dünyanın en kaliteli turistleri yaz boyunca buraya akın eder. Sadece şık restoranlarda ve festival gecelerinde değil, kimi kez bir trende, kimi kez bir köy pazarında bile dünyaca ünlü bir yıldıza rastlayabilirsiniz. Her yıl Ağustos ayında kıskançlıkla hayranlık birbirine karışır, doymak bilmez bir Kültür ürünleri tüketicisi olarak hayalimdeki Türk kültür turizmini burada canlı canlı yaşarım. Bu yıl yirmi dördüncüsü yapılan La Roque d'Antheron Piyano Festivali, artık piyano sanatının bir numaralı festivali olarak kabul ediliyor. Kimi kez dünyanın en usta parmakları, kimi kez de genç yetenekler festivalin konser mekanlarında yaz gecelerini efsunluyor. Bu mekanlar, bazen bir göl kenarı, bazen de bir manastırın avlusu olabiliyor. Fransız televizyonu, festivali adım adım izleyen belgeseller hazırlıyor. Bu sene de festival programında, hem cazın hem de klasik müziğin büyük isimleri vardı. Ama bu kez içimden, her sene düzenlenen piyano gecelerinden birini seçerek, bütün gece müziğe doymak geldi. Ayrıca Hlne Grimaud ve Fazıl Say gibi artık yıldızlaşmış parmakların da, yıllar önce bu festivale genç solistler olarak davet edildiklerini bildiğimden, genç piyanistler gecesini seçtim ve 17. Yüzyıl'dan kalma Florans şatosunun asırlık ağaçları altında muhteşem bir gece geçirdim. Şatonun bahçesindeki, yılın her gününü simgeleyen 365 selvinin altına kurulan sahnede pırıl pırıl parlayan Steinway piyano, dünyanın dört bir yanından gelen genç müzisyenlerin parmaklarıyla titredi. Mozart'la açılan konserde, sulugöz bir dinleyici olarak, arkadaşlarımın dalga geçmelerini göze alıp, Haydn'ın Adagio bölümlerinde ve Brahms'ın Macar danslarında bir kaç damla gözyaşı sarf etmeyi de ihmal etmedim elbette. Bu arada, inanılmaz yorumuyla Beethoven'i sarıp sarmalayıp, kulaklarımıza adrenalin olarak yollayıp, hepimizi yekvücut edip havalandıran genç bir kızın adını unutmama imkan yok. En uzman kulaklar da, müzikten hiç anlamayan seyirciler de, ürkekçe sahneye çıkıp, piyanoya oturunca devleşen 23 yaşındaki Romen piyanist Gabriela Ungureanu'nun, gelecekte büyük bir yıldız olacağını hissettiler ve dakikalarca ayakta alkışladılar. Gecenin en son hoş sürprizini de, konserin bitiminde, festivalin şeref tablosuna bakarken yaşadım. Burada piyano çaldılar başlığıyla, festivalin medar-ı iftiharı olarak sunulan listede, benim de, tanıdığım için gurur duyduğum ve şahsiyetlerinden çok ama çok etkilendiğim Fazıl Say ve Hüseyin Sermet'in isimleri de vardı...
Sedef Ecer
|